ŞÜKRİYE II
''ÇİRKİN KEDİ ŞÜKRİYE ''başlıklı yazıyı,2007nin son ayının,son günlerinde yazmışız.Sergüzeşt-i Şükriyeyi yazmaya devam edeceğiz,bu yazıda da..
Çocuklarımızın doğum ve gelişiminden başka hiç bir canlıyı bu kadar yakından takip etmemiştim.
Çocukları da o kadar takip edebildiğimiz söylenemez,zira henüz çocuklardan anne baba olan yok..
Efendim,lafı uzatmayalım.1.yazıda şükriyenin,alımlı-çalımlı ve de eğitimli gelinlik bir kız olduğunu yazmıştık ya yıl sonunda..bunu duyan mahallemiz kedileri derhal fıtratlarının gereğini,Mart ayını bile beklmeden yapmaya başladılar..bizim şükriye hanım da,bir-iki nazlansa da,ısrarlara dayanamayıp sonunda neslinin devamı için birkaç gece dışarda sabahladı ve sakinleşti.Gündüzden izlediğim -rastladığım kadarıyla hem de 2 tanesiyle evlendi.(tamamen,neslin sıhhatli devamını garantiye almak içün)ve 3-3,5 ay sonra,Nisan sonunda 4 tane nur topu gibi yavru doğurdu..Şeyma hanımın ebeliğinde.Hatta,doğum sabahı ısrarla bizim yatağa gelmek isteyip oarada doğurmaya niyetlenmişti de,kılpayı kendisine hazırlanan odada doğurdu peşpeşe.En akıllı mahluk olan insan oğlunun dr.lar,ebeler nezaretinde binbir müşkilatla yaptığı 1 bebekik doğuma karşılık,4 doğumu 1 saat içinde yapıp,göbeklerini kesip..yalayıp-kurulayıp emzirmeye bile başladı..ve gözü kapalı yavrular hemen memeleri bulup emmeyi çoktan öğrenmişti akşam geldğimde..
şimdi bebelerimiz şükriyenin bize geldiği zamanki yaşı geçtiler sanıyorum..ama durumları hiç kıyaslanmaz..tobul tombul..katıksız anne sütüyle beslendiler..şefkatle bakıldılar..şükriye günlerce odadan,haftalarca evden dışarı çıkmadı..
Şimdilerde,ek gıdalara geçti,şükriye hanım..kendisne verilen etleri alıp yavrulara taşımaya başladı..üstüne üstlük.sofradan ekmek aşırıp katı gıda zamanı geldi diye anlatıyor ufaklıklarailk anneleiği olmasına rağmen,ondaki bu bu bilgi ve beceriyi seyrettikçe 23. sözdeki şu bahsi adeta gözümüzün önünde,an be an evimizde yaşıyoruz;
'' DÖRDÜNCÜ NOKTA İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi imân ve duâdır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder. Şu meselenin binler delillerinden yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o meseleye vâzıh bir delildir ve bir bürhan-ı kâtidir. Evet, insaniyet imân ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünkü hayvan, dünyaya geldiği vakit, âdetâ başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir; yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün şerâit-i hayatiyesini ve kâinatla olan münâsebetini ve kavânîn-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder; yani ona ilham olunur. Demek, hayvanın vazife-i asliyesi taallümle tekemmül etmek değildir; ve mârifet kesb etmekle terakkî etmek değildir; ve aczini göstermekle meded istemek, duâ etmek değildir. Belki vazifesi, istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubûdiyet-i fiiliyedir. İnsan ise, dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına câhil. Hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki, âhir-i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç. Hem gayet âciz ve zayıf bir sûrette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muâvenetiyle ancak menfaatlerini celb ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, duâ ile ubûdiyettir. Yani, "Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikàne terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lûtuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir. Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dâir, Kàdiü’l-Hâcâta lisân-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır; ve istemek ve duâ etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-i ubûdiyete uçmaktır. Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibâriyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esâsı ve mâdeni ve nuru ve ruhu, mârifetullahtır. Ve onun üssü’l-esâsı da imân-ı billâhtır. Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta mâruz ve hadsiz a’dânın hücumuna mübtelâ ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imândan sonra duâdır. Duâ ise, esâs-ı ubûdiyettir. Nasıl, bir çocuk, eli yetişmediği bir merâmını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani, ya fiilî, ya kavlî lisân-ı acziyle, bir duâ eder, maksuduna muvaffak olur. Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nâzik, nâzenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânirrahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla duâ etmek gerektir; tâ ki, makàsıdı ona musahhar olsun veya teshîrin şükrünü edâ etsin. Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, "Ben kuvvetimle bu kàbil-i teshîr olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acîb şeyleri teshîr ediyorum. Ve fikir ve tedbîrimle kendime itaat ettiriyorum" deyip küfrân-ı ni’mete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıd olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstehak eder. ''
Şanslı ve mutlu anne..çocukluğu yetim geçti ama,sonrasında Allah,birilerini ona bakmakla görevlendirdi..
ve şanslı yavrular..4ü bir yerde...
Çocuklarımızın doğum ve gelişiminden başka hiç bir canlıyı bu kadar yakından takip etmemiştim.
Çocukları da o kadar takip edebildiğimiz söylenemez,zira henüz çocuklardan anne baba olan yok..
Efendim,lafı uzatmayalım.1.yazıda şükriyenin,alımlı-çalımlı ve de eğitimli gelinlik bir kız olduğunu yazmıştık ya yıl sonunda..bunu duyan mahallemiz kedileri derhal fıtratlarının gereğini,Mart ayını bile beklmeden yapmaya başladılar..bizim şükriye hanım da,bir-iki nazlansa da,ısrarlara dayanamayıp sonunda neslinin devamı için birkaç gece dışarda sabahladı ve sakinleşti.Gündüzden izlediğim -rastladığım kadarıyla hem de 2 tanesiyle evlendi.(tamamen,neslin sıhhatli devamını garantiye almak içün)ve 3-3,5 ay sonra,Nisan sonunda 4 tane nur topu gibi yavru doğurdu..Şeyma hanımın ebeliğinde.Hatta,doğum sabahı ısrarla bizim yatağa gelmek isteyip oarada doğurmaya niyetlenmişti de,kılpayı kendisine hazırlanan odada doğurdu peşpeşe.En akıllı mahluk olan insan oğlunun dr.lar,ebeler nezaretinde binbir müşkilatla yaptığı 1 bebekik doğuma karşılık,4 doğumu 1 saat içinde yapıp,göbeklerini kesip..yalayıp-kurulayıp emzirmeye bile başladı..ve gözü kapalı yavrular hemen memeleri bulup emmeyi çoktan öğrenmişti akşam geldğimde..
şimdi bebelerimiz şükriyenin bize geldiği zamanki yaşı geçtiler sanıyorum..ama durumları hiç kıyaslanmaz..tobul tombul..katıksız anne sütüyle beslendiler..şefkatle bakıldılar..şükriye günlerce odadan,haftalarca evden dışarı çıkmadı..
Şimdilerde,ek gıdalara geçti,şükriye hanım..kendisne verilen etleri alıp yavrulara taşımaya başladı..üstüne üstlük.sofradan ekmek aşırıp katı gıda zamanı geldi diye anlatıyor ufaklıklarailk anneleiği olmasına rağmen,ondaki bu bu bilgi ve beceriyi seyrettikçe 23. sözdeki şu bahsi adeta gözümüzün önünde,an be an evimizde yaşıyoruz;
'' DÖRDÜNCÜ NOKTA İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi imân ve duâdır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder. Şu meselenin binler delillerinden yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o meseleye vâzıh bir delildir ve bir bürhan-ı kâtidir. Evet, insaniyet imân ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünkü hayvan, dünyaya geldiği vakit, âdetâ başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir; yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün şerâit-i hayatiyesini ve kâinatla olan münâsebetini ve kavânîn-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder; yani ona ilham olunur. Demek, hayvanın vazife-i asliyesi taallümle tekemmül etmek değildir; ve mârifet kesb etmekle terakkî etmek değildir; ve aczini göstermekle meded istemek, duâ etmek değildir. Belki vazifesi, istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubûdiyet-i fiiliyedir. İnsan ise, dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına câhil. Hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki, âhir-i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç. Hem gayet âciz ve zayıf bir sûrette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muâvenetiyle ancak menfaatlerini celb ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, duâ ile ubûdiyettir. Yani, "Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikàne terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lûtuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir. Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dâir, Kàdiü’l-Hâcâta lisân-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır; ve istemek ve duâ etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-i ubûdiyete uçmaktır. Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibâriyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esâsı ve mâdeni ve nuru ve ruhu, mârifetullahtır. Ve onun üssü’l-esâsı da imân-ı billâhtır. Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta mâruz ve hadsiz a’dânın hücumuna mübtelâ ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imândan sonra duâdır. Duâ ise, esâs-ı ubûdiyettir. Nasıl, bir çocuk, eli yetişmediği bir merâmını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani, ya fiilî, ya kavlî lisân-ı acziyle, bir duâ eder, maksuduna muvaffak olur. Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nâzik, nâzenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânirrahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla duâ etmek gerektir; tâ ki, makàsıdı ona musahhar olsun veya teshîrin şükrünü edâ etsin. Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, "Ben kuvvetimle bu kàbil-i teshîr olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acîb şeyleri teshîr ediyorum. Ve fikir ve tedbîrimle kendime itaat ettiriyorum" deyip küfrân-ı ni’mete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıd olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstehak eder. ''
Şanslı ve mutlu anne..çocukluğu yetim geçti ama,sonrasında Allah,birilerini ona bakmakla görevlendirdi..
ve şanslı yavrular..4ü bir yerde...
Nasıl şefkaltle sarılıp,sarmalamış..
Ta 3 aylık olana kadar,yavruların kaka yapmadığını da bunlardan öğrendim..bakım ve temizliklerini anne yapıyor..ek gıda alana kadar,ortalarda hiç atık yok..!
Anne kadar yavru da mutlu..bunları seyrederken,insan da şefkat ve rahmetin mücessem halini görüyor,zevkediyor,zevk alıyor..,telezzüz ediyor..
Etiketler: hayat, kedi..komik..marifetli kedi, temaşa keyfi
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa