SURİYE İZLENİMLERİ
KIYMETLİ OKUYUCULAR,ANLAŞMA (!) GEREĞİ,FOTOĞRAFLAR BENDEN,YAZILAR ŞEYMA HANIMDAN.ONUN YAZDIKLaRINI FOTOĞRAFLARDA ÖZETLEDİM.
VEYA,O BENİM FOTOĞRAFLARA BAKARAK,HAYALEN TEKRAR ORALARA GİDİP YORUM YAPTI,DUYGU KATTI..
NE DERSENİZ DEYİN...LÜTFEN RESİMLERE BAKMAKLA YETİNMEYİN..YAZIYI DA OKUYUN,SONRA BİR DAHA RESİMLERE O DUYGULARLA TEKRAR BAKMA İHİYACI DUYACAĞINIZA EMİNİM..
İYİ SEYAHATLER.İYİ SEYİRLER
DR.ZEKERİYA GÜR
HALİD BİN VELİD CAMİİ,HUMUS
VEYA,O BENİM FOTOĞRAFLARA BAKARAK,HAYALEN TEKRAR ORALARA GİDİP YORUM YAPTI,DUYGU KATTI..
NE DERSENİZ DEYİN...LÜTFEN RESİMLERE BAKMAKLA YETİNMEYİN..YAZIYI DA OKUYUN,SONRA BİR DAHA RESİMLERE O DUYGULARLA TEKRAR BAKMA İHİYACI DUYACAĞINIZA EMİNİM..
İYİ SEYAHATLER.İYİ SEYİRLER
DR.ZEKERİYA GÜR
HALİD BİN VELİD CAMİİ,HUMUS
MALULADAN 3 RESİM;1-SOLDAN
2-SAĞDAN
3-ORTADAN(KAHVALTI YAPTIĞIMIZ OTELDEN VADİYE BAKINCA)
HZ.ALİ'NİN KIZI,SEYYİDE ZEYNEP HANIM KÜLLİYESİ..
BUSRA'DA PEYGAMBER EFNDİMİZİN A.S. KONAKLADIĞI NOKTADAKİ HAN-MESCİT
RAHİP BAHİRANIN MANASTIRI;İÇ-DIŞ GÖRÜNÜŞ
HAMİDİYE ÇARŞISI CAMİİ EMEVİ ÇIKIŞI
ŞAMIN,AK ŞAMINDAN MANZARALAR..
BABUSSAĞİR MEZARLIĞINDAN
OSMANLI MEZARLIĞINDAN-KÜLLİYEDEN
OTOBÜS İÇİNDEN ÇEKİLMİŞ,ŞAM OSMANLI TERN İSTASYONU..
MUHİDDİN-İ ARABİ TÜRBESİ İÇİ-DIŞI
HAMİDİYE ÇARŞISINDAN KESİTLER
VE CAMİİ EMEVİ DEN MANZARALAR..AYRINTI YAZIDA..
VE AŞAĞIDA,YAZIDA BAHSİ GEÇEN DEĞİRMENLER..
TSEVİMLİ TURİSTİK DEVE,VE BİNMEK İÇİN SIRA BEKLEYENLERİ..
KAFİLEMİZE MUHABBETLE YAKLAŞAN,ÇOCUKLARLA BİR HATIRA
TAZE HURMA..
VE DAHA TAZE,HENÜZ TOMURCUK HURMA
HALEP KALESİ GÜNDÜZ..
AŞAĞIDAKİ RESİMLER,HALEP EMEVİ CAMİSİ..HZ.ZEKERİYANIN DA BULUNDUĞU CAMİDEN MANZARALAR
PEYGAMBER EFEDİMZİN AYAK İZİ
KÖŞESİ,KOLTUKLARLA DONATILMIŞ,ÇİÇEKLİ BİR CAMİ UYGULAMASI HALEP
HALEP ÇARŞILARINDAN...
HALEP KALESİNDEN GECE MANZARALARI
HALEPTEN AYRILMADAN,SAAT KULESİNİ DE RESMETTİK..
Patisinden yaralanan ve üç gün boyunca iğne yemesi gereken Hamdiciğimizi önce Allah’a sonra Şamilime emanet ettikten sonra Suriyeye doğru yola çıktık. Bu bayram, bazı peygamber ve sahabelerle bayramlaşma niyetinde idik.
Akşamın sekizinde Antep’ten başlayan yolculuğumuz bütün gece devam etti. Sınırda işlemlerimiz yapılırken, kendisini Urfa’ya davet eden Badıllı Ağabey’e “Urfaya gelirsem Suriye- Türkiye ayrı kabul edemem, siyasete girmem icab eder” diyen Bediüzzaman hazretlerini tahattur ettim. Sevgili Üstadım, Suriye ile Türkiye pek muhabbetli bugünlerde..
İlk durağımız Humus şehrindeki Halid Bin Velid camii oldu. “Vücudumda kılıç, mızrak ya da ok yarası olmayan hiçbir yer yok ama yatağımda ölüyorum, cephelerde ölmeliydim” demiş olan, Hz. Resulullahın hakkında “ne güzel kul” dediği bu dâhi kumandanın medfun olduğu yer burası aynı zamanda. Orada sabah namazı kılındı. Nasıl güzeldi!..Ezan öncesinden başlayarak Allah-u Tealaya uzun uzun ve çeşit çeşit tesbih ve takdisler yapıldı. Namazın ikinci rekatında kunut duası yapıldı. Tesbihat da pek uzun ve pek güzeldi..Daha önce hiçbir camide öyle uzun tesbihat yapıldığını görmemiştim.
Oradan sabah kahvaltısını yaptığımız Malula’ya çıktık. Hz. İsa ile Hz. Meryem’in 16 sene burada yaşadığına dair bir rivayet var. Evleri ve yapılaşması Mardin’e benzeyen bu köyün %70’i hırıstiyan imiş. Hz. İsanın konuştuğu lisan olan aramiceyi konuşan az sayıda insan varmış köyde.
Şam civarında Hz. Hüseyin’in kardeşi Hz. Zeynep’i ziyaret ettik. Adına bir camii var: Seyyide Zeynep camii. Caminin iki minaresinin üzerinde Esma-i Hüsna yazılı. Hz. Zeynep Kerbela dehşetini bizzat yaşamış, katliamın ardından kalan esirlerle beraber Yezid’in yanına götürülmüş, Yezid, Hz. Hüseyinin hayatta kalan evladını da öldürmek istediğinde bütün mevcudiyeti ile karşı çıkarak Allah’ın izniyle yavruyu ölümden kurtarmıştı. Allah bize de Hz. Peygamberin torunu, Hz. Ali ile hz. Fatma’nın kızı olan bu çileli ve kahraman hanımın şefaatini nasip etsin inşaallah.
Aynı gün içinde Busra’ya kadar devam ettik. Busra, Suriye’nin en güneyinde. Oradan ötesi Ürdün. Yani aynı gün içinde Suriye’yi bir baştan bir başa kat etmiş olduk.
Busra’da sevgili Peygamberimizin çocukken amcası Ebu Talip ile birlikte geldiklerinde kaldıkları kervansarayı gördük. İşte Rahip Bahira bu gelişi sırasında Efendimizi (a.s.m.) alemetlerinden teşhis etmiş ve amcasına “Onu buradan götür, yahudiler onu görürse tanır, tanırlarsa zarar verirler” diye uyarmıştı. “Onun peygamberliğine yetişirsem onu tasdik eder, ona yardımcı olurum” dediği için kendisini müslüman sayanlar olduğu gibi, risaletten önce vefat ettiği için “millet-i İbrahimdendi” diyenler de olmuş. Rahip Bahira’nın manastırını da ziyaret ettik.
Yine o civarda, o bölgenin müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra kiliseden camiiye çevrilen en eski camiini ziyaret ettik. Hemen yanında Memluklular tarafından yapılan bir hamam vardı. Hamamın içinde sıcak ve soğuk su şebekesi yapmışlar. Bir yerde kaynatılan sıcak su, bu sistem ile odacıklara dağıtılıyormuş. Ayakkabılarını, teliklerini koymak için bile yerler yapmışlar. Güzergah belli: Uzun yoldan gelenler hamamda temizleniyor, aşhanede karnını doyuruyor, doğru camiye gidiyormuş.
O ilk gün akşam üzeri Şam’a döndük. Önce Hamidiye çarşısını gezmek isteyenler çoğunlukta olunca uykusuz, yorgun ve aç bilaç Hamidiye çarşısına gittik. Sultan Abdülhamid’in yaptırdığı kocaman bir kapalı çarşı bu. Hamidiye çarşısından ne alınır? O kalabalıkta hiçbir şey! Benim için o yorgunlukta ve o kalabalıkta Hamidiye çarşısına katlanmanın ödülü o harika dondurma oldu. Hayatımın dondurması. Kaymaklı ve kocaman..Üzeri kırılmış, hattta kırılmamış fıstıklarla kaplı. Ne lezzetti Ya Rabbi!..Nami nami..
Çarşının hemen bitiminde Üstadın Hutbe-yi Şamiyeyi irad ettiği Emeviye camii başlıyor. Camii görmek için ertesi günü beklememiz gerekti. Emeviye camii de kiliseden çevrilmiş. Tabii ki büyütülmüş. Defalarca da yangın görmüş bir cami. Yine bir yangın sonunda tadilatı esnasında kullanılması için bir köylü tarafından bizzat yapılan kağnı arabası bahçede sergileniyor. Emevi camiinde değişik bir uygulama var: hani Mekke, Medine de gördük ya; namazda imam Allahu ekber dedikçe müezzin tekrarlıyor. İşte burada müezzin değil, müezzinler var. Koro halinde Allahuekber diyorlar.
Emevi Camii gerçekten çok önemli bir mekan. Yahya peygamberin kabri burada, caminin içinde. Hz. İsa’nın ineceği rivayet edilen Ak Minare burada. Hz. Hüseyin’in mübarek başı burada. İmam Gazali’nin 10 yıl inzivaya çekilerek İhya-u Ulumid-din’i yazdığı oda burada.
Hemen arkasındaki Bab’üs Sağir mezarlığında ise kimler yok ki: Hakkında ayet inip, Hz. Resulullah’ın her gördüğü yerde “hakkında ayet ile uyarıldığım kişi” diye sevip değer verdiği âmâ sahabe Abdullah Bin Ümmi Mektum, Şam fakihi diye nam salan büyük sahabi Hz. Ebu’d Derda, Hz. Ali’nin yeğeni Abdullah bin Cafer-i Tayyar. Bilal-ı Habeşi. Ya Hz. Bilal! Nice Bilal’ler var ki seninle başlayan ezan-ı Muhammediyi dünyanın dört bir tarafında okuyorlar. Bir sahabenin huzurunda olduğunu bilmek bambaşka bir duygu. Rabbim, onların yolunun yolcusu etsin bizleri de..O kafileden ayırma Ya Rabbi!..
Kerbelada şehid edilen Ehl-i Beytten 16 gencin kesik başları da Bab’üs sağir mezarlığında. İran’lı gruplar geliyor, bağırlarına vuruyor, ağıt yakıyorlardı. Doğrusu, onlarla beraber döğünmek istedim.
Sultan Vahdettin’in mütevazi kabri ve Osmanlı hanedanından bir çok kişin kabirleri Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman adına yapılmış olan Süleymaniye külliyesinde bulunuyor. Sultan Vahdettin İtalya’da vefat ettiğinde İtalyan esnafa borcu varmış. Bu yüzden cenazesine el konulmuş. Rehberin dediğine göre Şam halkı para toplayıp o borcu ödemiş, cenazeyi de Şam’a getirtmiş. Bir başka rivayette ise damadı ve birkaç kişi tarafından cenazesi kaçırılıp Şam’a götürülmüş, borçları bilahere kızı tarafından ödenmiş. İşte “vatan satan hain sultan” Adil-i mutlak olan Allah ne zalimin zulmünü cezasız, ne mazlumun ahını cevapsız bırakmaz elbet. Ahiretteki hesaplaşma çok çetin olacak ve ben Osmanoğullarına bu akıbeti reva görenlerin hesaplarını nasıl vereceğini merak ediyorum. Kendi yaptıkları yetmiyormuş gibi, senelerce vatan evladının beyinlerini iftiralarla yıkayarak, o mazlumlara bir fatiha dahi gitmesine de mani oldular.
Süleymaniye külliyesinin bakımını Şam’lı bir bey meccanen yapıyor. Rehberimiz onu takviye etmemizi söyledi. Diyormuş ki “Burada iki boş kabir var. Hanedandan gelen olursa yer hazır. Değilse biri benim. Ben girip yatacağım..”
Külliye şu anda onarılıyor. İnşaallah ibadete açılacak. Zaten Osmanlı eserlerinin bir şekilde hayata geçirilmesi için hummalı bir faaliyet var. Mesela Hicaz demiryolunun Şam durağı da tadilattan geçiyor. İnşaallah tren yolu yeniden aktif olacak.
Haçlı seferlerinin karşısında kale gibi duran kahraman komutan, Kudüs fatihi Selahaddin-i Eyyubi ismini,Yavuz Bahadıroğlunun çocukluğumda okuduğum aynı isimli romanında tanımıştım. Nasip oldu kabrini de ziyaret ettik. O da Emevi camiinin hemen yanında.
Yine Şam’da bulunan Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin kabrini de ziyaret ettik. Kasavetli kalbimle huzurunda durup, Rabbimden onun imanından, kalbinden bir eser diledim. Mübarek bir gün “Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır” deyince öldürüp çöplük gibi bir yere defnetmişler. Vefatından 276 yıl sonra Yavuz Sultan Selim Şam’a girince, yani Muhyiddi-i Arabi hazretlerinin kendi ifadesi ile haber verdiği gibi sin, şına girince kabrini buluyor, o sözü söylediği yeri tespit edip, kazdırıyor. Bakıyorlar ki bir küp altın. Meğer mübarek “Siz Allah’a değil, paraya ve altına tapıyorsunuz” demek istemiş. Bu arada bir hatırlatma: Sungur Ağabey bir gün merak ediyor: “Muhyiddin-i Arabi Hazretleri Allah’ın izniyle bu kadar gaybî haberler vermiş de hiç Risale-i Nur’dan haber vermemiş mi?” Üstadına soruyor. Üstad Hazretleri diyor; “Vermiş de ben ona bir derece iliştiğim için örtülü vermiş..”
Hazretin türbesinde downlu bir “şıh” gördüm…Otantik kıyafetler giydirip, bir minderin üzerine oturtmuşlar. Elinde de tesbih..Gelen geçen, “Allah adamıdır” diye para veriyordu.
Önceki asrın müceddidi, cübbesini asırlar ötesinden aziz Üstadımıza göndermiş olan Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri de Şam’da. Ne yazık ki yeri sapa, vakit az diye bizi götürmediler. Va esefa!..
Şam’ın gece manzarasını seyretmek için bir tepeye çıkarıyorlar. Gerçekten güzel, ışıl ışıl. Rehberimiz, Şam’ın, genel olarak da Suriye’nin bakımsızlığını kastederek “Şam’ı gece satmak lazım” diyor. Doğrusu Şam’ı 24 saat alırım. Allah nasip ederse tekrar tekrar gelmek isterim. Hem de böyle “cee” demek şeklinde değil, uzun uzun, sindire sindire..
Şam’daki ziyaretlerden sonra Halep’e doğru yola revan olduk. Yolda içinde devasa su değirmenlerinin olduğu Hama şehrine uğradık. Dünyanın en eski su değirmenleri bunlarmış. Işıklandırılmış gece manzarası müthişdi.
Yunus Emre’nin adına şiir yazdığı “Dertli Dolap” da bunlardan birisiymiş.
Dolap niçin inilersin,
Derdim vardır inilerim
Ben Mevlâya Aşık oldum,
Onun için inilerim
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreyledi ÇALAP,
Derdim vardır inilerim
Suyu alçaktan çekerim
Dönüp yüksekten dökerim
Görün şu ben ne çekerim
Onun için inilerim.
Beni bir dağda buldular,
Kolum kanadım kırdılar
Dolaba layık gördüler,
Derdim vardır inilerim
Ben bir dağın ağacıyım,
Ne tatlıyım ne Acıyım
Ben Mevlaya duacıyım,
Derdim vardır inilerim
Şol dülgerler beni yondu,
Her azam yerine kondu
Bu iniltim Haktan geldi,
Derdim vardır inilerim
Yunus burda gelen gülmez,
Kişi muradına ermez
Bu fanide kimse kalmaz,
Derdim vardır inilerim.
Derviş Yunus eydür ahı
Gözyaşı döker günahı
Hakka aşıkım vallahi
Onun için inilerim.
Demek Allah aşıklarının hali böyle; neye baksalar Allah adına bakıp, Allah’ın tasarrufunu görüp, Allah Allah diye inliyorlar!..
Söylemesi ayıp; Hama’da bir tatlı ikram ettiler. Peynir ve kaymaktan yapılıyormuş. Bir yere götürmek mümkün değil, zira yapıldıktan itibaren bir iki saat içinde yemelisiniz, dayanıklı değil. Lezzetine dayanması da mümkün değil..
Halep’te evlerin üzerinde inanılmaz sayıda çanak anten var. Anten tarlası gibi..İlk kez bu kadar yakından hurma salkımları gördüm. Karabiber ağacı gördüm.
Halep deyince elbette Halep kalesi çok ihtişamlı. Kaleyi çepeçevre suyla çevirmişler. Zamanında içinde timsah ve piranhalar varmış emniyet bekçileri olarak. Bir teknik arıza nedeni ile içini göremedik ne yazık!..
Zekeriya Peygamberin kabri Halep’te. Adı ile anılan caminin içinde. Hemde mimber ile mihrabın arasında kıbleye karşı. Cami yapılırken kabir bulunmuş. Malum Hz. Zekeriya yahudiler tarafından şehid edilip, cesedi parçalanmıştı Çıkan lahdin üzerinde “Hz. Zekeriya’dan bir cüz burada medfun” yazılı not bulununca hemen orada türbesi inşa edilmiş.. O zaman buna cevaz verilmiş. Normalde olmayacak bir uygulama; kıbleye karşı türbe.
Halep’te efendimizin ayak izi var. İranlı bir tüccar Medine’den Efendimizin ayak izini almış memleketine götürmek isterken Halep’te bulunup alıkonmuş. Rehberimiz, Efendizin bir mucizesinin de ayağının taşta iz bırakması olduğunu söyledi. Zekeriya Beyin buna yorumu: Demek taş, onun ayağını incitmemek için teması anında yumuşuyordu..Mübarek ayak izinin üzerinden su akıtıyorlar, sonra bu suyu ziyaretçiler içiyor, şişelerine doldurup götürüyorlardı şifa niyetine. Fakir; ayağının izine değen suya tazim manasında içtim.
Akıl hastalarının su, ney, ve Kur’an sesi ile tedavi edildiği Bimaristanı gördük. Söylendiğine göre tedavi oranı yüksekmiş. Avrupa’da akıl hastalarının ortadan kaldırıldığı bir zamandan söz ediyoruz. İşte İslam medeniyeti..
Velhasıl kardeş Suriye, gidilesi, görülesi, sevilesi bir yer. Hele Şam, hele Şam..Dünya ile ukba arasında bir berzah misal..
Akşamın sekizinde Antep’ten başlayan yolculuğumuz bütün gece devam etti. Sınırda işlemlerimiz yapılırken, kendisini Urfa’ya davet eden Badıllı Ağabey’e “Urfaya gelirsem Suriye- Türkiye ayrı kabul edemem, siyasete girmem icab eder” diyen Bediüzzaman hazretlerini tahattur ettim. Sevgili Üstadım, Suriye ile Türkiye pek muhabbetli bugünlerde..
İlk durağımız Humus şehrindeki Halid Bin Velid camii oldu. “Vücudumda kılıç, mızrak ya da ok yarası olmayan hiçbir yer yok ama yatağımda ölüyorum, cephelerde ölmeliydim” demiş olan, Hz. Resulullahın hakkında “ne güzel kul” dediği bu dâhi kumandanın medfun olduğu yer burası aynı zamanda. Orada sabah namazı kılındı. Nasıl güzeldi!..Ezan öncesinden başlayarak Allah-u Tealaya uzun uzun ve çeşit çeşit tesbih ve takdisler yapıldı. Namazın ikinci rekatında kunut duası yapıldı. Tesbihat da pek uzun ve pek güzeldi..Daha önce hiçbir camide öyle uzun tesbihat yapıldığını görmemiştim.
Oradan sabah kahvaltısını yaptığımız Malula’ya çıktık. Hz. İsa ile Hz. Meryem’in 16 sene burada yaşadığına dair bir rivayet var. Evleri ve yapılaşması Mardin’e benzeyen bu köyün %70’i hırıstiyan imiş. Hz. İsanın konuştuğu lisan olan aramiceyi konuşan az sayıda insan varmış köyde.
Şam civarında Hz. Hüseyin’in kardeşi Hz. Zeynep’i ziyaret ettik. Adına bir camii var: Seyyide Zeynep camii. Caminin iki minaresinin üzerinde Esma-i Hüsna yazılı. Hz. Zeynep Kerbela dehşetini bizzat yaşamış, katliamın ardından kalan esirlerle beraber Yezid’in yanına götürülmüş, Yezid, Hz. Hüseyinin hayatta kalan evladını da öldürmek istediğinde bütün mevcudiyeti ile karşı çıkarak Allah’ın izniyle yavruyu ölümden kurtarmıştı. Allah bize de Hz. Peygamberin torunu, Hz. Ali ile hz. Fatma’nın kızı olan bu çileli ve kahraman hanımın şefaatini nasip etsin inşaallah.
Aynı gün içinde Busra’ya kadar devam ettik. Busra, Suriye’nin en güneyinde. Oradan ötesi Ürdün. Yani aynı gün içinde Suriye’yi bir baştan bir başa kat etmiş olduk.
Busra’da sevgili Peygamberimizin çocukken amcası Ebu Talip ile birlikte geldiklerinde kaldıkları kervansarayı gördük. İşte Rahip Bahira bu gelişi sırasında Efendimizi (a.s.m.) alemetlerinden teşhis etmiş ve amcasına “Onu buradan götür, yahudiler onu görürse tanır, tanırlarsa zarar verirler” diye uyarmıştı. “Onun peygamberliğine yetişirsem onu tasdik eder, ona yardımcı olurum” dediği için kendisini müslüman sayanlar olduğu gibi, risaletten önce vefat ettiği için “millet-i İbrahimdendi” diyenler de olmuş. Rahip Bahira’nın manastırını da ziyaret ettik.
Yine o civarda, o bölgenin müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra kiliseden camiiye çevrilen en eski camiini ziyaret ettik. Hemen yanında Memluklular tarafından yapılan bir hamam vardı. Hamamın içinde sıcak ve soğuk su şebekesi yapmışlar. Bir yerde kaynatılan sıcak su, bu sistem ile odacıklara dağıtılıyormuş. Ayakkabılarını, teliklerini koymak için bile yerler yapmışlar. Güzergah belli: Uzun yoldan gelenler hamamda temizleniyor, aşhanede karnını doyuruyor, doğru camiye gidiyormuş.
O ilk gün akşam üzeri Şam’a döndük. Önce Hamidiye çarşısını gezmek isteyenler çoğunlukta olunca uykusuz, yorgun ve aç bilaç Hamidiye çarşısına gittik. Sultan Abdülhamid’in yaptırdığı kocaman bir kapalı çarşı bu. Hamidiye çarşısından ne alınır? O kalabalıkta hiçbir şey! Benim için o yorgunlukta ve o kalabalıkta Hamidiye çarşısına katlanmanın ödülü o harika dondurma oldu. Hayatımın dondurması. Kaymaklı ve kocaman..Üzeri kırılmış, hattta kırılmamış fıstıklarla kaplı. Ne lezzetti Ya Rabbi!..Nami nami..
Çarşının hemen bitiminde Üstadın Hutbe-yi Şamiyeyi irad ettiği Emeviye camii başlıyor. Camii görmek için ertesi günü beklememiz gerekti. Emeviye camii de kiliseden çevrilmiş. Tabii ki büyütülmüş. Defalarca da yangın görmüş bir cami. Yine bir yangın sonunda tadilatı esnasında kullanılması için bir köylü tarafından bizzat yapılan kağnı arabası bahçede sergileniyor. Emevi camiinde değişik bir uygulama var: hani Mekke, Medine de gördük ya; namazda imam Allahu ekber dedikçe müezzin tekrarlıyor. İşte burada müezzin değil, müezzinler var. Koro halinde Allahuekber diyorlar.
Emevi Camii gerçekten çok önemli bir mekan. Yahya peygamberin kabri burada, caminin içinde. Hz. İsa’nın ineceği rivayet edilen Ak Minare burada. Hz. Hüseyin’in mübarek başı burada. İmam Gazali’nin 10 yıl inzivaya çekilerek İhya-u Ulumid-din’i yazdığı oda burada.
Hemen arkasındaki Bab’üs Sağir mezarlığında ise kimler yok ki: Hakkında ayet inip, Hz. Resulullah’ın her gördüğü yerde “hakkında ayet ile uyarıldığım kişi” diye sevip değer verdiği âmâ sahabe Abdullah Bin Ümmi Mektum, Şam fakihi diye nam salan büyük sahabi Hz. Ebu’d Derda, Hz. Ali’nin yeğeni Abdullah bin Cafer-i Tayyar. Bilal-ı Habeşi. Ya Hz. Bilal! Nice Bilal’ler var ki seninle başlayan ezan-ı Muhammediyi dünyanın dört bir tarafında okuyorlar. Bir sahabenin huzurunda olduğunu bilmek bambaşka bir duygu. Rabbim, onların yolunun yolcusu etsin bizleri de..O kafileden ayırma Ya Rabbi!..
Kerbelada şehid edilen Ehl-i Beytten 16 gencin kesik başları da Bab’üs sağir mezarlığında. İran’lı gruplar geliyor, bağırlarına vuruyor, ağıt yakıyorlardı. Doğrusu, onlarla beraber döğünmek istedim.
Sultan Vahdettin’in mütevazi kabri ve Osmanlı hanedanından bir çok kişin kabirleri Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman adına yapılmış olan Süleymaniye külliyesinde bulunuyor. Sultan Vahdettin İtalya’da vefat ettiğinde İtalyan esnafa borcu varmış. Bu yüzden cenazesine el konulmuş. Rehberin dediğine göre Şam halkı para toplayıp o borcu ödemiş, cenazeyi de Şam’a getirtmiş. Bir başka rivayette ise damadı ve birkaç kişi tarafından cenazesi kaçırılıp Şam’a götürülmüş, borçları bilahere kızı tarafından ödenmiş. İşte “vatan satan hain sultan” Adil-i mutlak olan Allah ne zalimin zulmünü cezasız, ne mazlumun ahını cevapsız bırakmaz elbet. Ahiretteki hesaplaşma çok çetin olacak ve ben Osmanoğullarına bu akıbeti reva görenlerin hesaplarını nasıl vereceğini merak ediyorum. Kendi yaptıkları yetmiyormuş gibi, senelerce vatan evladının beyinlerini iftiralarla yıkayarak, o mazlumlara bir fatiha dahi gitmesine de mani oldular.
Süleymaniye külliyesinin bakımını Şam’lı bir bey meccanen yapıyor. Rehberimiz onu takviye etmemizi söyledi. Diyormuş ki “Burada iki boş kabir var. Hanedandan gelen olursa yer hazır. Değilse biri benim. Ben girip yatacağım..”
Külliye şu anda onarılıyor. İnşaallah ibadete açılacak. Zaten Osmanlı eserlerinin bir şekilde hayata geçirilmesi için hummalı bir faaliyet var. Mesela Hicaz demiryolunun Şam durağı da tadilattan geçiyor. İnşaallah tren yolu yeniden aktif olacak.
Haçlı seferlerinin karşısında kale gibi duran kahraman komutan, Kudüs fatihi Selahaddin-i Eyyubi ismini,Yavuz Bahadıroğlunun çocukluğumda okuduğum aynı isimli romanında tanımıştım. Nasip oldu kabrini de ziyaret ettik. O da Emevi camiinin hemen yanında.
Yine Şam’da bulunan Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin kabrini de ziyaret ettik. Kasavetli kalbimle huzurunda durup, Rabbimden onun imanından, kalbinden bir eser diledim. Mübarek bir gün “Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır” deyince öldürüp çöplük gibi bir yere defnetmişler. Vefatından 276 yıl sonra Yavuz Sultan Selim Şam’a girince, yani Muhyiddi-i Arabi hazretlerinin kendi ifadesi ile haber verdiği gibi sin, şına girince kabrini buluyor, o sözü söylediği yeri tespit edip, kazdırıyor. Bakıyorlar ki bir küp altın. Meğer mübarek “Siz Allah’a değil, paraya ve altına tapıyorsunuz” demek istemiş. Bu arada bir hatırlatma: Sungur Ağabey bir gün merak ediyor: “Muhyiddin-i Arabi Hazretleri Allah’ın izniyle bu kadar gaybî haberler vermiş de hiç Risale-i Nur’dan haber vermemiş mi?” Üstadına soruyor. Üstad Hazretleri diyor; “Vermiş de ben ona bir derece iliştiğim için örtülü vermiş..”
Hazretin türbesinde downlu bir “şıh” gördüm…Otantik kıyafetler giydirip, bir minderin üzerine oturtmuşlar. Elinde de tesbih..Gelen geçen, “Allah adamıdır” diye para veriyordu.
Önceki asrın müceddidi, cübbesini asırlar ötesinden aziz Üstadımıza göndermiş olan Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri de Şam’da. Ne yazık ki yeri sapa, vakit az diye bizi götürmediler. Va esefa!..
Şam’ın gece manzarasını seyretmek için bir tepeye çıkarıyorlar. Gerçekten güzel, ışıl ışıl. Rehberimiz, Şam’ın, genel olarak da Suriye’nin bakımsızlığını kastederek “Şam’ı gece satmak lazım” diyor. Doğrusu Şam’ı 24 saat alırım. Allah nasip ederse tekrar tekrar gelmek isterim. Hem de böyle “cee” demek şeklinde değil, uzun uzun, sindire sindire..
Şam’daki ziyaretlerden sonra Halep’e doğru yola revan olduk. Yolda içinde devasa su değirmenlerinin olduğu Hama şehrine uğradık. Dünyanın en eski su değirmenleri bunlarmış. Işıklandırılmış gece manzarası müthişdi.
Yunus Emre’nin adına şiir yazdığı “Dertli Dolap” da bunlardan birisiymiş.
Dolap niçin inilersin,
Derdim vardır inilerim
Ben Mevlâya Aşık oldum,
Onun için inilerim
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreyledi ÇALAP,
Derdim vardır inilerim
Suyu alçaktan çekerim
Dönüp yüksekten dökerim
Görün şu ben ne çekerim
Onun için inilerim.
Beni bir dağda buldular,
Kolum kanadım kırdılar
Dolaba layık gördüler,
Derdim vardır inilerim
Ben bir dağın ağacıyım,
Ne tatlıyım ne Acıyım
Ben Mevlaya duacıyım,
Derdim vardır inilerim
Şol dülgerler beni yondu,
Her azam yerine kondu
Bu iniltim Haktan geldi,
Derdim vardır inilerim
Yunus burda gelen gülmez,
Kişi muradına ermez
Bu fanide kimse kalmaz,
Derdim vardır inilerim.
Derviş Yunus eydür ahı
Gözyaşı döker günahı
Hakka aşıkım vallahi
Onun için inilerim.
Demek Allah aşıklarının hali böyle; neye baksalar Allah adına bakıp, Allah’ın tasarrufunu görüp, Allah Allah diye inliyorlar!..
Söylemesi ayıp; Hama’da bir tatlı ikram ettiler. Peynir ve kaymaktan yapılıyormuş. Bir yere götürmek mümkün değil, zira yapıldıktan itibaren bir iki saat içinde yemelisiniz, dayanıklı değil. Lezzetine dayanması da mümkün değil..
Halep’te evlerin üzerinde inanılmaz sayıda çanak anten var. Anten tarlası gibi..İlk kez bu kadar yakından hurma salkımları gördüm. Karabiber ağacı gördüm.
Halep deyince elbette Halep kalesi çok ihtişamlı. Kaleyi çepeçevre suyla çevirmişler. Zamanında içinde timsah ve piranhalar varmış emniyet bekçileri olarak. Bir teknik arıza nedeni ile içini göremedik ne yazık!..
Zekeriya Peygamberin kabri Halep’te. Adı ile anılan caminin içinde. Hemde mimber ile mihrabın arasında kıbleye karşı. Cami yapılırken kabir bulunmuş. Malum Hz. Zekeriya yahudiler tarafından şehid edilip, cesedi parçalanmıştı Çıkan lahdin üzerinde “Hz. Zekeriya’dan bir cüz burada medfun” yazılı not bulununca hemen orada türbesi inşa edilmiş.. O zaman buna cevaz verilmiş. Normalde olmayacak bir uygulama; kıbleye karşı türbe.
Halep’te efendimizin ayak izi var. İranlı bir tüccar Medine’den Efendimizin ayak izini almış memleketine götürmek isterken Halep’te bulunup alıkonmuş. Rehberimiz, Efendizin bir mucizesinin de ayağının taşta iz bırakması olduğunu söyledi. Zekeriya Beyin buna yorumu: Demek taş, onun ayağını incitmemek için teması anında yumuşuyordu..Mübarek ayak izinin üzerinden su akıtıyorlar, sonra bu suyu ziyaretçiler içiyor, şişelerine doldurup götürüyorlardı şifa niyetine. Fakir; ayağının izine değen suya tazim manasında içtim.
Akıl hastalarının su, ney, ve Kur’an sesi ile tedavi edildiği Bimaristanı gördük. Söylendiğine göre tedavi oranı yüksekmiş. Avrupa’da akıl hastalarının ortadan kaldırıldığı bir zamandan söz ediyoruz. İşte İslam medeniyeti..
Velhasıl kardeş Suriye, gidilesi, görülesi, sevilesi bir yer. Hele Şam, hele Şam..Dünya ile ukba arasında bir berzah misal..
Etiketler: Seyahat, Suriye, Şam, Şamın şekeri-arabın yüzü..
3 Yorum:
Elinize sağlık Şeyma hanım. Ben de bayramda Suriye'de idim fakat sizin kadar istifade edememişim. Nasib olsun tekrar tekrar gidelim uzun uzun kalalım inş.
hamidiye çarşısı ağzıma layıkmış.
Ekibinizi tebrik ediyorum. Fotoğraflar da yazı da çok güzel.İnşallah bize de gitmek ve istifade etmek nasip olur.
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa