CEZA MI,İKRAM-I İLAHİ Mİ?
Mesleğimiz gereği, pekçok acılı insanla birlikte bulunuyoruz. Bunlar engelli çocukların ebeveynleri.
Türlü umutlarla çocuk beklerken, beklemedikleri bir sürprizle karşılaşan bu insanların farklı tepkileri oluyor. Kimisinin başlarına geleni, inanç ve tevekkülün neticesi olarak teslimiyetle karşıladığını, bazılarının da '' ''kimseye birşey yapmadım, kimsenin kötülüğünü istemedim, neden ben? '' sorgulaması içinde olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşım, engelli çocuğu bir ceza gibi görmenin sonucu olmalı. Oysa gözlemlerimiz, bu çocukların ve bir ceza değil anne babalarına bir ikram olduğu yönünde.
Bu çocukların varlığı, anne babalarının içindeki iyilik istidatının gelişmesine yol açabiliyor.
Kalpler yumuşuyor, duyarlılıklar artıyor.
Boş işlerle geçebilecek nice hayatlar belki de bütünüyle ibadete kalbolabiliyor.
Pekçok aile çocuklarının varlığının ve bu özel durumlarının hayatlarına anlam kattığını ifade ediyor.
Belki isyanı ve günahları ile her iki dünyada başa belâ olabilecek bir çocuğa bedel, masum ve ona şefaatçi olabilecek bir evlat, perde-i gayb açılsa elbette tercih edilirdi. Ağır engelli çocuğu için '' o benim cennetim..'' diyen bir babayı hatırlıyorum. Mescid-i Nebevi'nin iftar sofrasından
Görev tanımımız içinde olmamasına rağmen, şahsî yakınlık neticesi gelip dertlenen ailelere, Allah'ın belâ ve hastalıkları ekseriyetle en sevdiği kullarına verdiğini anlatmaya çalışıyoruz. Peki ama neden? İnsanların aklına ''bu nasıl sevgi? '' sorusu geliyor. İşte bu nokta, hayatın anlamının ne olması gerektiği sorusuna götürüyor bizi. İyi olan ne?
Musibet ve hastalıklar insanın dünya ile bağlarını zayıflatıp, imânı nispetinde yüzünü ahirete çevirir ki asıl memleket, asıl yaşanacak yer, asıl istenecek olan ahiret yurdudur. Yüzümüzü güzele çeviren vesileler de güzeldir.
Musibet ve hastalıklar insana acz ve zaafını güçlü bir şekilde hissettirip, Allah'a iltica etmeyi netice verir ki işte bu, hayrın ta kendisidir. "Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?"
Demek Rabbim seviyor ki yüzünü dünyadan çevirtiyor.
Seviyor ki rahmetine celbediyor.
Unutmadığını, gözden çıkarmadığını, ikram etmek istediğini ihsas ediyor.
''Ey mâsum hasta çocuklara ve mâsum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar! Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayretle o ticareti kazanınız.'' Lem'alar, s. 220 (hastalar risalesi, 24. deva)
'' Kur’ân’ın bütün sûrelerinin başlarında kendini "Rahmânü’r- Rahîm" sıfatıyla bize takdim eden ve bir lem’a-i şefkatiyle umum yavrulara karşı umum valideleri, o harika şefkatiyle terbiye ettiren ve her baharda bir cilve-i rahmetiyle zemin yüzünü nimetlerle dolduran ve ebedî bir hayattaki Cennet, bütün mehâsiniyle bir cilve-i rahmeti olan senin Hâlık-ı Rahîmine imanla intisabın ve Onu tanıyıp hastalığın lisan-ı acziyle niyazın, elbette senin bu gurbetteki kimsesizlik hastalığın (ve evladının hastalığı) herşeye bedel Onun nazar-ı rahmetini sana celb eder.'' Hastalar Risalesi, 23.deva
Türlü umutlarla çocuk beklerken, beklemedikleri bir sürprizle karşılaşan bu insanların farklı tepkileri oluyor. Kimisinin başlarına geleni, inanç ve tevekkülün neticesi olarak teslimiyetle karşıladığını, bazılarının da '' ''kimseye birşey yapmadım, kimsenin kötülüğünü istemedim, neden ben? '' sorgulaması içinde olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşım, engelli çocuğu bir ceza gibi görmenin sonucu olmalı. Oysa gözlemlerimiz, bu çocukların ve bir ceza değil anne babalarına bir ikram olduğu yönünde.
Bu çocukların varlığı, anne babalarının içindeki iyilik istidatının gelişmesine yol açabiliyor.
Kalpler yumuşuyor, duyarlılıklar artıyor.
Boş işlerle geçebilecek nice hayatlar belki de bütünüyle ibadete kalbolabiliyor.
Pekçok aile çocuklarının varlığının ve bu özel durumlarının hayatlarına anlam kattığını ifade ediyor.
Belki isyanı ve günahları ile her iki dünyada başa belâ olabilecek bir çocuğa bedel, masum ve ona şefaatçi olabilecek bir evlat, perde-i gayb açılsa elbette tercih edilirdi. Ağır engelli çocuğu için '' o benim cennetim..'' diyen bir babayı hatırlıyorum. Mescid-i Nebevi'nin iftar sofrasından
Görev tanımımız içinde olmamasına rağmen, şahsî yakınlık neticesi gelip dertlenen ailelere, Allah'ın belâ ve hastalıkları ekseriyetle en sevdiği kullarına verdiğini anlatmaya çalışıyoruz. Peki ama neden? İnsanların aklına ''bu nasıl sevgi? '' sorusu geliyor. İşte bu nokta, hayatın anlamının ne olması gerektiği sorusuna götürüyor bizi. İyi olan ne?
Musibet ve hastalıklar insanın dünya ile bağlarını zayıflatıp, imânı nispetinde yüzünü ahirete çevirir ki asıl memleket, asıl yaşanacak yer, asıl istenecek olan ahiret yurdudur. Yüzümüzü güzele çeviren vesileler de güzeldir.
Musibet ve hastalıklar insana acz ve zaafını güçlü bir şekilde hissettirip, Allah'a iltica etmeyi netice verir ki işte bu, hayrın ta kendisidir. "Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?"
Demek Rabbim seviyor ki yüzünü dünyadan çevirtiyor.
Seviyor ki rahmetine celbediyor.
Unutmadığını, gözden çıkarmadığını, ikram etmek istediğini ihsas ediyor.
''Ey mâsum hasta çocuklara ve mâsum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar! Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayretle o ticareti kazanınız.'' Lem'alar, s. 220 (hastalar risalesi, 24. deva)
'' Kur’ân’ın bütün sûrelerinin başlarında kendini "Rahmânü’r- Rahîm" sıfatıyla bize takdim eden ve bir lem’a-i şefkatiyle umum yavrulara karşı umum valideleri, o harika şefkatiyle terbiye ettiren ve her baharda bir cilve-i rahmetiyle zemin yüzünü nimetlerle dolduran ve ebedî bir hayattaki Cennet, bütün mehâsiniyle bir cilve-i rahmeti olan senin Hâlık-ı Rahîmine imanla intisabın ve Onu tanıyıp hastalığın lisan-ı acziyle niyazın, elbette senin bu gurbetteki kimsesizlik hastalığın (ve evladının hastalığı) herşeye bedel Onun nazar-ı rahmetini sana celb eder.'' Hastalar Risalesi, 23.deva
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa