Pazar, Mart 04, 2007

NETİCE OLARAK, AY TUTULDU

Yazıdan anlaşılacağı üzere, elimizde olmayan sebeplerle,kendi çektiğimiz resimlerden değil..Çekenlerin eline sağlık.

Haftalar önceden, telefonuma kaydetmiştim hatırlatsın diye. O gün ve akşam hava berrak olunca, açık bir görüş mümkün olacak diye sevinmiş ve ümitlenmiştim. Ama akşamın ilerleyen saatlerinde bulutlar gökyüzünü kapladı.

Netice: Kısmetten öte yol yok!..

Biz göremediysek de görenler gördü; takvimlerin en güzeli, renkten renge, halden hâle girerek, ''semanın müzeyyen tavanında ayı nurlu bir kandil yapan Zat-ı Münir-i Kadir'in'' (cevşen:67.4) her şeyde nihayetsiz güzellikler yarattığını, faydalarla güzellikleri içiçe sardığını ve güzelliği teksir etmeyi ne çok sevdiğini anlattı durdu.

Netice: ''Evet, insanın mâdem bir sofra-i ni’meti semâvât ve arz ise ve o sofradaki ni’metlerden bir kısmı şems, kamer, gece, gündüz gibi şeyler ise, elbette insana müteveccih olan ni’metler had ve hesâba gelmez.'' Sözler: 387

Bir örneğini son güneş tutulmasında gördük; takvimcilik yapan sevgili ay, minicik cüssesi ile güneşe perde oldu. Şimdi de dünyaya nisbeten bir avuç bulut, bütün manzarayı kapattı.

Netice: Nice küçük mâniler, nice büyük hakikatlerin görülmesine engel olabilir.

Oğlumun '' ayın görülmesi olay olmuyor da görülmemesi mi olay oluyor?'' diye yorumladığı ay tutulmasının, unutulmaz ve muhteşem bir numunesini seneler önce izleme şansım olmuştu. Bir daha yâ kısmet.


Tripot ve Kamerasıyla kala-kalan,ekip arkadaşı da şöyle söyleniyordu..

''Dünya böyle işte ya!ay tutulurken ya kameramız olmaz,ya bulut kaplar..hava berrak olur,bize kısmet olmaz..ama,eminim,levh-i mahfuz kayıtları orjinalini aratmaz..Cenab-ı Hak, EN SEVGİLİLERin,yorumlarıyla seyretmeyi nasip etsin..''


''Yani, semânın müzeyyen tavanına, güneş gibi ışık verici, ısındırıcı bir lâmbayı takmak; gece gündüz hatlarıyla, kış yaz sahifelerinde mektubât-ı Samedâniyeyi yazmasına bir nur hokkası hükmüne getirmek; ve yüksek minâre ve kulelerdeki büyük saatlerin parlayan akrepleri misillü, kubbe-i semâda kameri zamanın saat-i kübrâsına bir akrep yapmak; mütefâvit çok hilâller sûretinde her geceye güyâ ayrı bir hilâl bırakıp, sonra dönüp kendine toplamak; menzillerinde kemâl-i mîzanla, dakîk hesapla hareket ettirmek; ve kubbe-i semâda parlayan, tebessüm eden yıldızlarla göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbette nihayetsiz bir saltanat-ı rubûbiyetin şeâiridir, zîşuura onu iş’âr eden muhteşem bir ulûhiyetin işârâtıdır; ehl-i fikri imâna ve tevhide dâvet eder.'' Sözler:553

''Nasıl ki, güneşin gurûbu, akşam namazının vaktidir; hem güneşin ve ayın tutulmaları, küsûf ve husûf namazları denilen iki ibâdet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nurânî âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medâr olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını, o vakitte bir nevi ibâdete dâvet eder. Yoksa, o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi, müneccim hesâbiyle muayyen olan ay ve güneşin husûf ve küsûflarının inkişafları için değildir.''Sözler:287


Netice olarak:

''Gece gündüz, güneş, ay, hepsi O’nun âyetlerindendir. O halde güneşe ve aya değil, onları öylece yaratana secde edin, eğer O’na ibadet ediyorsanız! ''Fussilet: 37

Etiketler: ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa