KAYNANALAR
Uzun zamandır yazarımızdan yazı aktarmamıştım..Rahmetli anamla ilgili yazınca sizlerle de paylaşayım istedim.Ellerine sağlık.Allah benim kayınvalideme de rahmetetsin..(herhalde yetişebilsem biz de iyi anlaşırdık)
Bende bir kayınvalide vardı (Allah rahmet eylesin) ''Allah razı olsun'' demeyi ondan öğrendim. İtiraf ediyorum; o hayatıma girmeden önce bilmezdim, söylemekte zorlanırdım. Daha çok dilencilerden duyduğumuz bir söz..Oysa o en ufak bir hizmet, bir iyilik görse hemen ''Alah razı olsun'' derdi. Kendisine de öyle denmesini isterdi. ''Bana teşekkür etmeyin, Allah razı olsun deyin'' derdi.
18 sene birlikte ''barış içinde'' yaşayabildiysek onun insan idare etmekteki becerisi sayesinde olmuştur. En ufak iyiliğe dua ettikçe, hele de ''anana babana rahmet '' dedikçe akan sular dururdu. Sağdan soldan ''gelinim şöyle iyidir, böyle insandır'' diye kulağınıza gelmesini sağlar, öyle olmasanız da olasınız gelirdi.
Salâhatı kuvvetli idi. Bazen beni kızdıracak kadar namazı ilk vaktinde kılmaya özen gösterirdi. ''Ya iki dakika şu çocuğu tutuver işte, işim çok'' Haaayııır!..O namaz, ezan okunur okunmaz kılınacak.
Ameli ''az da olsa devamlı'' değil, çok ve devamlı idi. Birlikte yaşadığımız yıllar boyunca ne teheccüdünü, ne evvabini ne de kuşluk namazını terkettiğini görmedim. Çok hasta bile olsa gece üç deyince sürünerek de olsa kalkar teheccüdünü kılar, arkasından beşyüzlük tesbihini alır, dili damağa yapıştırıp kalbe ''Allah'' söyletirdi. ''Ya bir daha kalkamazsam. ..'' Hiç namaz borcu olmadığı halde muntazaman kaza namazı kılardı.
60 yaşından sonra Kur'an okumayı öğrendi ve ölünceye kadar hergün muntazaman yarım cüzü, Fatih Çollak Hocanın okuyuşu ile kasetten dinleyip takip etti. Boş oturması ise salavat çekmekti. Sürekli zikir ve dua üretim merkezi gibi idi. Meğer başımıza konmuş bir devlet kuşu imiş..
Risale-i Nura bütün kalbiyle bağlıydı. Hiç bir gerekçe onu derse gitmekten alıkoyamaz, okunurken ciddiyetle dinler, sadece namaz vakti yaklaşınca ''namaz oldu mu?'' diye araya girerdi. Ben her zaman, derslerde yapılan yiyecek ikramlarına; hem vakit alıyor, hem fazla kilolara sebep oluyor, hem de dersi alacak olanı düşündürebilir gerekçesi ile karşı çıkardım. O da her seferinde ''olsun o da bir hayır'' derdi. ''Çocuğu var, yaşlısı var..''
Okuma bilmezdi. Hergün bir kez oğlumun kapısına dayanır öylece bakardı. Oğlucuğum bilirdi; ''tamam babaanne sen git geliyorum'' Böylece oğlum da hergün babaannesine okumuş olmak için Risale-i Nur okumuş olurdu.
Rahmetlinin sevmediği yiyecekler şeker ve tansiyonunu çıkarır, sevdikleri ise bilakis iyi gelirdi..
Mutfak masamızda o yaprakları açar, ben doldurup sararken içli hayat öyküsünden pasajlar anlattığında ona karşı sonsuz bir şefkat duyar, içimden yeminler ederdim; ''seni üzen insanlardan biri de ben olmayacağım..' ' Çok çileli bir geçmişi vardı rahmetlinin. .
Bir defasında ''bende sevmediğin ne varsa söyle, çalışıp gidereceğim'' demesini, burnumun direği sızlayarak hatırlıyorum.
Yemeği çok lezzetli olurdu. Alamadık bir el..Çocuklarım hâlâ annelerinin yemeklerinde o tadı arıyorlar boşuboşuna. Mantı çorbası yedi mahalleye yadigâr kaldı.
Muhtelif hastalıkları vardı. Ama başağrısı nöbetçi idi. Başka hiç bir yeri ağrımadığında başağrısı, nöbeti devralırdı. Başka bir deyişle başı ağrıyorsa genel durumu iyi demekti. Baş ağrısının da bir ilacı vardı: gezmek..(gelin kaynana toprağından olurmuş..)
Yaşadığı gibi de öldü. Son gecesinde yatsı namazını da kıldı, abdestli olarak yattı. Yarım saat sonra da son nefesini verdi. Bu günler sene-i devriyesi. Eylüldü ve okullar açılalı üç gün olmuştu..
Vefatından sonra eltim rüyasında görmüş ''ıp rahat oldum'' diyormuş. ''ne ilaç kaldı ne başağrısı...''
Allah gani gani rahmet eylesin, onun kulluğunun güzelliğinden bana da bir nasip versin inşaallah.
''Ahir zamanda ihtiyar kadınların dinine tabi olun'' hadis-i şerif
Bende bir kayınvalide vardı (Allah rahmet eylesin) ''Allah razı olsun'' demeyi ondan öğrendim. İtiraf ediyorum; o hayatıma girmeden önce bilmezdim, söylemekte zorlanırdım. Daha çok dilencilerden duyduğumuz bir söz..Oysa o en ufak bir hizmet, bir iyilik görse hemen ''Alah razı olsun'' derdi. Kendisine de öyle denmesini isterdi. ''Bana teşekkür etmeyin, Allah razı olsun deyin'' derdi.
18 sene birlikte ''barış içinde'' yaşayabildiysek onun insan idare etmekteki becerisi sayesinde olmuştur. En ufak iyiliğe dua ettikçe, hele de ''anana babana rahmet '' dedikçe akan sular dururdu. Sağdan soldan ''gelinim şöyle iyidir, böyle insandır'' diye kulağınıza gelmesini sağlar, öyle olmasanız da olasınız gelirdi.
Salâhatı kuvvetli idi. Bazen beni kızdıracak kadar namazı ilk vaktinde kılmaya özen gösterirdi. ''Ya iki dakika şu çocuğu tutuver işte, işim çok'' Haaayııır!..O namaz, ezan okunur okunmaz kılınacak.
Ameli ''az da olsa devamlı'' değil, çok ve devamlı idi. Birlikte yaşadığımız yıllar boyunca ne teheccüdünü, ne evvabini ne de kuşluk namazını terkettiğini görmedim. Çok hasta bile olsa gece üç deyince sürünerek de olsa kalkar teheccüdünü kılar, arkasından beşyüzlük tesbihini alır, dili damağa yapıştırıp kalbe ''Allah'' söyletirdi. ''Ya bir daha kalkamazsam. ..'' Hiç namaz borcu olmadığı halde muntazaman kaza namazı kılardı.
60 yaşından sonra Kur'an okumayı öğrendi ve ölünceye kadar hergün muntazaman yarım cüzü, Fatih Çollak Hocanın okuyuşu ile kasetten dinleyip takip etti. Boş oturması ise salavat çekmekti. Sürekli zikir ve dua üretim merkezi gibi idi. Meğer başımıza konmuş bir devlet kuşu imiş..
Risale-i Nura bütün kalbiyle bağlıydı. Hiç bir gerekçe onu derse gitmekten alıkoyamaz, okunurken ciddiyetle dinler, sadece namaz vakti yaklaşınca ''namaz oldu mu?'' diye araya girerdi. Ben her zaman, derslerde yapılan yiyecek ikramlarına; hem vakit alıyor, hem fazla kilolara sebep oluyor, hem de dersi alacak olanı düşündürebilir gerekçesi ile karşı çıkardım. O da her seferinde ''olsun o da bir hayır'' derdi. ''Çocuğu var, yaşlısı var..''
Okuma bilmezdi. Hergün bir kez oğlumun kapısına dayanır öylece bakardı. Oğlucuğum bilirdi; ''tamam babaanne sen git geliyorum'' Böylece oğlum da hergün babaannesine okumuş olmak için Risale-i Nur okumuş olurdu.
Rahmetlinin sevmediği yiyecekler şeker ve tansiyonunu çıkarır, sevdikleri ise bilakis iyi gelirdi..
Mutfak masamızda o yaprakları açar, ben doldurup sararken içli hayat öyküsünden pasajlar anlattığında ona karşı sonsuz bir şefkat duyar, içimden yeminler ederdim; ''seni üzen insanlardan biri de ben olmayacağım..' ' Çok çileli bir geçmişi vardı rahmetlinin. .
Bir defasında ''bende sevmediğin ne varsa söyle, çalışıp gidereceğim'' demesini, burnumun direği sızlayarak hatırlıyorum.
Yemeği çok lezzetli olurdu. Alamadık bir el..Çocuklarım hâlâ annelerinin yemeklerinde o tadı arıyorlar boşuboşuna. Mantı çorbası yedi mahalleye yadigâr kaldı.
Muhtelif hastalıkları vardı. Ama başağrısı nöbetçi idi. Başka hiç bir yeri ağrımadığında başağrısı, nöbeti devralırdı. Başka bir deyişle başı ağrıyorsa genel durumu iyi demekti. Baş ağrısının da bir ilacı vardı: gezmek..(gelin kaynana toprağından olurmuş..)
Yaşadığı gibi de öldü. Son gecesinde yatsı namazını da kıldı, abdestli olarak yattı. Yarım saat sonra da son nefesini verdi. Bu günler sene-i devriyesi. Eylüldü ve okullar açılalı üç gün olmuştu..
Vefatından sonra eltim rüyasında görmüş ''ıp rahat oldum'' diyormuş. ''ne ilaç kaldı ne başağrısı...''
Allah gani gani rahmet eylesin, onun kulluğunun güzelliğinden bana da bir nasip versin inşaallah.
''Ahir zamanda ihtiyar kadınların dinine tabi olun'' hadis-i şerif