Cuma, Mart 30, 2007

MEVLİD KANDİLİNİZİ TEBRİK EDERİZ




Güller çiçeklerin,O;Güllerin efendisi..Kandiliniz Mubarek olsun.
Bizi;
Müfarakatına kuru hurma dalının bile dayanamadığı
Çağırdığında ağaçlarının köklerinden sökülerek davetine icabet ettiği
Elinin temasıyla taşların cana gelip kelime-i şehadet getirdiği
Risaletine bütün mahlukatın şehadet ettiği
Yüzü suyu hürmetine ölülerin ve ölmüş kalplerin diriltildiği
En büyük şefaat makamının sahibi
Biz ümmetine çok şefkatli
Âlemlerin yaratılma gerekçesi olarak, tek başına ubudiyetinin yeterli olduğu
Şerefimiz
Hayatımızın hayatı, ruhu
Habibullah olan Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa'ya ümmet eyleyen Rabb-i Rahimimize Efendimizin hasenatı adedince hamd-ü senalar olsun.

Efendimiz Muhammed'e, ağaçların yaprakları, denizlerin dalgaları, yağmurun damlaları, kainatın zerreleri, her bir canlının nefes alıp verişi, ihtiyaçlarımız, aczimiz, fakrımız, minnetimiz, dualar ve cevapları, Kur'anın manaları adedince salat ve selam olsun.

''Peygambere Allah rahmet eder, melekler de dua eder. Ey iman edenler! Siz de ona teslimiyetle selam ve salat getirin.'' Ahzab: 56

Etiketler: , , ,

Perşembe, Mart 29, 2007

CİSİM,KALP VE RUHUN DAİRE-İ HAYATI

yine şeftali,son çiçekler
Cismin , kalbin ve ruhun daire-i hayatlarından bahseder Bediüzzaman Hazretleri. Benim için kavranması zor bir konu. Geçen gün Lem'aları okurken yine karşıma çıktı ve okurken aklıma gelenler şöyle:
Bir dünya farzedin kol mesafeniz genişliğinde. Sınırları eliniz nereye yetişebilirse o kadar..Ki gerçekte cismimizin daire-i hayatı bu kadar işte. Bu dünyanın hedefi himmeti, saadeti ne olabilir? Cürmü kadar!..
Gözünüzün görebildiği alanla sınırlı bir dünya şüphesiz ilkinden daha iyi durumdadır. Gidemeseniz de görür, sözle de olsa müdahele edebilirsiniz belki..Fikriniz, düşünceleriniz de o oranda inbisat eder. Ama bu durumda da görebildiğiniz kadarını isteyebilir, umabilir, elde edebilirsiniz.

Hayale ise ne zaman, ne mesafe olarak sınır yok. Gerçi hayal de bildikleri ile sınırlı. Ama bildikleri içinde sonsuz kombinasyon yapabilir. Şimdi sınırları, hayalin gidebildiği yerle çizilmiş olan dünyanın lezzetleri de, beklentileri de, himmeti de, yatırımı da o nispette olur. Geçmişe ve geleceğe hulûl edilebilir. Oralardan feyz alınabilir.

Şimdi ruhun geldiği yere bakarsak; ruhlar alemi. Gideceği yer ise beka yurdu. Ruhun daire-i hayatına girmekle nasıl bir cevelan alanı kazanılabilir?

Benim düşünebildiğim bu kadar. Gavs-ı Azam gibi yerde iken Arş-ı âzamı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temâşâ etmenin ne demek olduğunu , bunun nasıl bir hayat dairesi olduğunu ise biz bilemeyiz..
''Hem iman, geçmiş ve gelecek zamana nüfuz edemeyen o cüz-ü ihtiyarînin dizginini cismin elinden alıp kalbe ve ruha teslim eder. Ruh ve kalbin daire-i hayatı ise cisim gibi hazır zamana münhasır olmadığından, pek çok seneler maziden, pek çok seneler istikbalden daire-i hayatına dahil olduğundan; o cüz-ü ihtiyarî, cüz’iyetten çıkıp külliyet kesb eder. Zaman-ı mazinin en derin derelerine kuvvet-i imanla girebildiği ve hüzünlerin zulmetlerini def edebildiği gibi, nur-u imanla istikbalin en uzak dağlarına kadar çıkar, korkuları izale eder.'' Lem'alar, İhtiyarlar risalesi, 7. rica s. 231
sarı çiçeğin akıbeti(hayal gibi)
''Meselâ, cismin bekası, hayatı, vücudu, bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli mâdum ve meyyit bulunduğu halde, kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dahildir. İşte bu istidada binaen, hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlâhiye ve muhabbet-i Rabbâniye ve ubudiyet-i Sübhâniye ve marziyât-ı Rahmâniye cihetiyle, bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intaç eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer.'' 3. Lem'a 3. nükte

''Madem dünya hayatı ve cismânî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir. Hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden Lâ ilâhe illâllah kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir. ''17. Lem'a 14. nota s.141
ve büyük Ağrı'nın karlı zirvesi

Etiketler: , ,

Salı, Mart 27, 2007

GEZDİK, GÖRDÜK, YAZDIK..

Siz,hiç kendisini yenileyen,mevsim be mevsim değişen,atkı iplerinden,zeminine kadar canlı halı gördünüz mü?
(Hangi resmi koyacağıma karar veremeyince,böyle kolajlar yapıp daha çok resmi seyrinize sunmaya çalışıyorum.Biraz kalite kaybı olsa da,asıllarını sizler bildiğiniz için, seyahat-ı tefekküriyeye yeterli olur diye düşünüyorum.)


Hafta sonu yollardaydık. Avcılar(İstanbul)daNamaz kılmak için bir camiye girmek üzereydik ki, bir kanepeyi tek başına sırtlamış bir adam, bizden cami kapısını açmamızı istedi. Eşim açtığında içeri girip kanepeyi zorlukla bir yere dayadıktan sonra ''arkadaş gel bir hayır daha yap '' dedi ve hemen oradaki bir odadan neredeyse parçalanmış vaziyetteki bir kanepeyi çıkarmasına yardım etmesini istedi. Birlikte çıkarırlarken açıklamasını da yaptı. Sekiz senedir her Ramazan burada îtikafa girermiş, hazırlık ona..Bu şekilde bir kanepe eskitmiş, önümüzdeki Ramazanı yeni bir kanepe ile karşılamaya hazırlanıyor. Hem güldüm, hem gıpta ettim..
Başka bir yerde(Akyazı-Kuzuluk) iki karşılıklı camide, belli ki anlaşmış iki müezzin, birbirlerini izleyerek,aynı makamda ezan okuyorlardı. Pek güzeldi.



Aşılı da olsa,azıcık hormonlu da olsa,benim bildiğim sümbüller ve muharriremizin sübülcükleri.
Bahara gelince; otoyola bakan bir yamaçta, sümbül olup olmadığı konusunda eşimle ihtilafa düştüğümüz mor bir çiçek, bütün yamacı mora kesmişti..Papatyalar ise yeşil çayırlarda beyaz dalgalar oluşturuyordu. Sarı çiçekler de aynı sistemde çalışıyor. Yol boyunca bir kaç yerde Rabbim yanyana ağaçlarda pembe tonlaması yapmış. Aralarda sündüs misal beyaz ağaçlar,hep birlikte cennetten selam getirmişler..Tabii ki fonda hep yeşil, hayatın rengi yeşil, Rabbimizin de pek sevdiği yeşil..Gözlerimizin sefası yeşil..Tepeler aşan, saran, sarmalayan yeşil..Ve yeşilin tonları..Yeşile doydum desem..doymadım, doymuyorum. Seyrettikçe daha fazlasını istiyorum. Ta ki ebebde kadar.
Seyir ve tefekkürlük olduğu ne kadar da belli değil mi?
Bahar dalında ayakları polen dolu, iş üzerinde arılar gördüm, ilk kez bu kadar yakından..Az sonra fotoğraflarını çekebilmek için geldiğimizde birtane bile kalmamıştı. Adamlarda mesai mefhumu var, paydos etmişler..

Bir kardeş gördük; müzmin hastalığı olan ağabeyine hayatı ve hareketi kolaylaştırmak için projeler üreten..Çok duygulandık..O ve hastanın sabırlı, şefkatli hanımı pekçok dua aldılar. Rabbimin ne güzel kulları var..Ne güzel işleri var..
Bunları neden yazıyoruz?
Yazarken yaşadıklarımı, hissettiklerimi damıtıyorum adeta..Yeniden yaşıyor, görünür hale getiriyorum. Bir nevi bekâya mazhar oluyor hepsi.


Etiketler: , , ,

Çarşamba, Mart 21, 2007

YOLCULUK?NEREYE?


Tarihi Malabadi Köprüsü..kimler geldi,kimler geçti?

Dünya gözümüze çok mu büyük görünüyor?
Zaman algımız nereye kadar uzanabilir ?
Dünyaya dâir dertlerimiz bütün ufkumuzu mu kaplamış ?
Dünya ehlinin muhabbeti, sema ehlinin muhabbetinin önüne mi geçmiş?
Gündelik işlerimiz, bütün duygularımızı ve himmetimizi zaptetmiş mi?
Minik dünyanın minik mutlulukları maksûd-u bizzat mı olmuş?
Ya bu merdivenler..nereye çıkar,ya da nereye iner?
Görüşümüz bulanıklaşmış da küçük hedefler büyük hedefleri görünmez mi kılmış?
Hatta ve hatta dine hizmet, dünyevî hedeflere mi kitlenmiş ve dahi tahsis edilmiş?

Öyleyse başımızı kaldırıp bakalım ki nereye gidiyoruz?


Sochi Botanik Parkındaki bu yolun ötesi?


''Ey insan!
Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun
Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.

Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz.

Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.'' Mektubat, 20. mektup, s.223''

Etiketler: , ,

Pazartesi, Mart 19, 2007

İMTİHAN İNKİŞAFTIR


Haşr-ı Bahari epeyce gerçekleşti.Şeftaliler de çiçeeklendi

''Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar.20.mektup''
Biliyoruz ki Allah tarafından çeşitli şekillerde imtihan ediliyoruz. Bazen insanın aklına geliveriyor. Evet o da imtihan bu da imtihan..Ama neden?

Ucundan kıyısından görebildiğim kadarı ile, galiba imtihan inkişaf için.
Rabbimiz bizi zengin bir donanımla, ahsen-i takvim suretinde yaratmış ama o potansiyelin harekete geçip inkişaf etmesi lâzım. Yoksa neşv-ü nemâ bulmadan çürüyüp giden çekirdek olarak kalmak da var.

Hem ibadetler, hem halden hale çevrilmelerimiz, yaşadıklarımız, men edildiklerimiz hepsi birden insan denen o çekirdeği çatlatmak için. Çatlatıp da meyvedar bir ağaç gibi büyütmek için.

Kimi ibadetler iyiliğe revaç vermek için, zekat gibi, sadaka gibi.
Kimi nefsi söz geçirilebilir kıvama getirmek için, oruç gibi,
Kimi Âlemlerin Rabbinin ulûhiyetini derinden hissettirmek için, hacc gibi
Namaz ise topyekûn kalkındırıyor..

Kimi musibetler temizlik yapıyor
Kimi güçlendiriyor
Kimi haddini bildiriyor
İllâ ki Allah'a yaklaştırıyor.

Peygamber(A.S.M.) ahlâkı ile ahlâklanmak ise en önemli cehd konusu.

Bir de fâni ve dar şu dünyadaki nihayetsiz ikrâmı,o ikram içindeki iltifât-ı İlâhiyi, o iltifatta muhabbeti görebilmek,gördüğünü hamd ile, itaatle gösterebilmek, bekâ yurdunda,bâki ikramlara mazhar olabilmenin önkoşulu..

Sonuçta tümü,huzura çıkabilir şekilde insanı yontuyor,şekillendiriyor,arındırıyor, güzelleştiriyor.

Allah-ü Teâla insanı kendine muhtap olarak seçmiş, şereflendirmiş. Huzuruna alacağını va'detmiş. Bu, insanın başına gelebilecek en güzel şey..Ama diyor: ''liyâkat kesbedin de öyle gelin!..''

'' İşte, kömür gibi olan ervâh-ı sâfileyi, elmas gibi olan ervâh-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-ı enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar beraber kalacaktı. âlâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i sâfilîndeki Ebu Cehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı. Demek, şeyâtin ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için, icadları şer değil, çirkin değil. Belki, sû-i istimâlâttan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler kesb-i insana aittir; icad-ı İlâhîye ait değildir. Mektubat;48''

Etiketler: , ,

DUYGULAR..

ULUDAĞ'ın Zirvesinden Bursa Afakına bir bakış..neler hissetiriyor,neler..
Kâinatta lüzumsuz, hikmetsiz hiç bir şey olmadığı gibi
Vücudumuzda gereksiz uzuv olmadığı gibi
Manevi mahiyetimizde de fuzûli bir duygu yok!..

Doğru yönlendirilmesi gereken,
Belki üzerine basıp yükselmek lâzım gelen
Belki aşılmalı, belki geliştirilmeli..
Veriliş nedeni üzerine düşünülesi..
Ama her durumda lüzumlu ve hikmetli duygular..

Doğru yön, yer ve dozda olduktan sonra bütün duygular güzel ve yerli yerinde..

''İşte, insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî.

Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.

Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan merâtib-i mâneviyeye ve derecât-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a’mâl-i salihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âli bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâp eder.
Hem meselâ, şiddetli bir inatla, ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir ¸eye bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir ¸eye inat namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his böyle şeyler için verilmemiş; onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münâfidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermeyip, âli ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esâsât-ı İslâmiyeye ve hidemât-ı uhreviyeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âli bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılâp eder.

İşte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı mâneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezâif-i uhreviyeye ve mâneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.

İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler, "Haset etme, hırs gösterme, adâvet etme, inat etme, dünyayı sevme." Yani, "Fıtratını değiştir" gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar.

Eğer deseler ki, "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecrâlarını değiştiriniz"; hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur. Mektubat: 37-38

GÜRE,HASANBOĞULDU'da Zekeriya boğulmadı..buz gibi suda yüzmenin zevki de tarifsiz.

Etiketler: , ,

Perşembe, Mart 15, 2007

BAHAR OKUMALARI..




Çuha Çiçekleri


Ağrı Dağı ve Van Gölü üzerinde bulutlar
Hercailer..bazılarına hercai gönüllü derler..nasıl oluyorsa?













çift renkli mine,Kars Yaylalarında rastlamıştık
Rengarenk Papatyalar













'Şu sümbüllere bakınız..''
Sâni-i Zülcemal, zemin sayfasında bahar faslını yazmış yine, şimdi okuma zamanı.Sümbülü okumalı,
sonra hercai menekşeyi, çuha çiçeklerini, mini mini mavi mineyi..Mevsimin ilk papatyalarını gördüm bugün, erkenciler biraz..Okumalı da anlamalı, nasıl bir muhabbetten gelir bu tezyin, bu süsleme?...Ve nasıl bir muhabbeti iktiza eder?
Sarı çiçek, bahar esintisi ile ürperirken cevaplarla dolu, soruları bekliyor, yamaca yayılmış..Aralarda çiğdemler söze karışmaya hazır. Dinleyici arıyor.
Yâ Hay!..diyen yeşil otlar en imkansız yerlerden fışkırmış, iki taşın arasından.
Mavi sonsuzluğa gerilmiş tül misal beyaz bulutlar ne taşır?..Hikmet mi, rahmet mi, muhabbet mi? Dururken emr-i ilahi ile ,giderken sevk-i ilahi ile..
Okumalı, mümkünse harıl harıl, kuşların cıvıltısı fonda..Hem okumalı hem dinlemeli.
Belki işimiz çok, derdimiz büyük!..
Ama bütün dertlerden büyük Kadîr Mevlam bir teşhirgah açmış ki ferah-efşan, ferah-fezâ..
Okuması saadet, hem ibâdet, farketmemek büyük gaflet..



''Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izhârıyla ve bu sarayı yapmasıyla, kendini size tanıttırmak istiyor; siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız. Hem, şu tezyinâtla, kendini size sevdirmek istiyor; siz dahi onun san’atını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem, bu gördüğünüz ihsanât ile size muhabbetini gösteriyor; siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem, şu görünen in’âm ve ikramlar ile size şefkatini ve merhametini gösteriyor; siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz. Hem, şu kemâlâtının âsârıyla, mânevî cemâlini size göstermek istiyor; siz dahi onu görmeye ve teveccühünü kazanmaya iştiyâkınızı gösteriniz. Hem, bütün şu gördüğünüz masnuât ve müzeyyenât üstünde birer mahsus sikke, birer hususi hâtem, birer taklid edilmez turra koymakla, her şey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yektâ, istiklâl ve infirad sahibi olduğunu size göstermek istiyor; siz dahi onu tek ve yektâ ve misilsiz, nazîrsiz, bîhemtâ tanıyınız ve kabul ediniz." Sözler: 112

Etiketler: , , ,

ARI VE İNSAN

Her çiçekten bal alırsın!


Arı ve insan, ikimiz de güneşe bayılıyoruz.
Aynı havayı soluyoruz. Hava zerreleri ne onun bedeninde, ne de bizimkinde yabancılık çekmiyor.
O israf etmemek üzere, ikimiz de aynı suyu kullanıyoruz.
İkimiz de çiçekleri seviyoruz, istifade ediyoruz. Biz o güzelim çiçeği seyrederken o aynı çiçekten bizim için bal işliyor.
O öyle çalışkan ki doğduğu dakikada, çıktığı peteği dezenfekte ederek işe koyuluyor.
Biz ise...bu konuya girmek bile istemiyorum.
İkimiz de vazifedar memuruz. O vazifesini son anına kadar bîhakkın yerine getiriyor.
Biz ise...eh işte...Allah kabul etsin..
Donanım deyince tartışılmaz üstünlüğümüz var. Kullanmaya gelince.
Onu da bizi de âlemlerin Rabbi yarattı.
Mahlûkiyet cihetiyle kardeşiz.


''DÖRDÜNCÜ NOKTA İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi imân ve duâdır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder. Şu meselenin binler delillerinden yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o meseleye vâzıh bir delildir ve bir bürhan-ı kâtidir. Evet, insaniyet imân ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünkü hayvan, dünyaya geldiği vakit, âdetâ başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir; yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün şerâit-i hayatiyesini ve kâinatla olan münâsebetini ve kavânîn-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder; yani ona ilham olunur. Demek, hayvanın vazife-i asliyesi taallümle tekemmül etmek değildir; ve mârifet kesb etmekle terakkî etmek değildir; ve aczini göstermekle meded istemek, duâ etmek değildir. Belki vazifesi, istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubûdiyet-i fiiliyedir. İnsan ise, dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına câhil. Hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki, âhir-i ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç. Hem gayet âciz ve zayıf bir sûrette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muâvenetiyle ancak menfaatlerini celb ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür, duâ ile ubûdiyettir. Yani, "Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikàne terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lûtuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?" bilmektir. Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dâir, Kàdiü’l-Hâcâta lisân-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır; ve istemek ve duâ etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-i ubûdiyete uçmaktır. Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibâriyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esâsı ve mâdeni ve nuru ve ruhu, mârifetullahtır. Ve onun üssü’l-esâsı da imân-ı billâhtır. Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta mâruz ve hadsiz a’dânın hücumuna mübtelâ ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imândan sonra duâdır. Duâ ise, esâs-ı ubûdiyettir. Nasıl, bir çocuk, eli yetişmediği bir merâmını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani, ya fiilî, ya kavlî lisân-ı acziyle, bir duâ eder, maksuduna muvaffak olur. Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nâzik, nâzenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânirrahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla duâ etmek gerektir; tâ ki, makàsıdı ona musahhar olsun veya teshîrin şükrünü edâ etsin. Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, "Ben kuvvetimle bu kàbil-i teshîr olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acîb şeyleri teshîr ediyorum. Ve fikir ve tedbîrimle kendime itaat ettiriyorum" deyip küfrân-ı ni’mete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıd olduğu gibi, şiddetli bir azaba kendini müstehak eder. Sözler;286''




''Rabbin balarısına vahyetti'' Nahl:68

'' İnsan hüsrandadır.Ancak iman edip güzel işler yapanlar ve birbirlerine hakkı ve sabrı öğütleyenler müstesna.'' Asr:2-3

'' Evet, balarısı, fıtratça ve vazifece öyle bir mucize-i kudrettir ki, koca Sûre-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş. '' Şualar:143
Biz,çiçeğini seyreder,kayısıyı- elmayı yeriz.
arı çiçeklerinden hem bal yapıyor,hem de,meyva neslinin devamı için gerekli tozlaşmayı sağlıyor,bal üretiyor.''ubudiyeti fiileyedir''zaten.. ya biz insanlar?

Etiketler: ,

Salı, Mart 13, 2007

FERAHLATAN RESİMLER..
















Çorlu civarında,kışın bahara döndüğü günlerde,bir tepecikten gönül ferahlatan manzaraları paylaşmak istedik..Herkes gönlünce tefekkür ve temaşa etsin..Bu sefer,yazı ve yorumlar sizden..

Etiketler: ,

Pazartesi, Mart 12, 2007

İMTİHAN

Henüz açılmamış Siklamen Tomurcuğu

Ve açılmış çiçeğinin,zarafeti,asaleti..




Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz. Mü'minûn: 30

İnsanlar ''inandık'' demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannettiler. Ankebut:2

''Şu dünya bir zikirhâne-i Rahmân, bir tâlimgâh-ı beşer ve hayvan ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır.'' Sözler, s. 23

Hayat bütünüyle imtihan.
Aşk imtihan,muhabbet imtihan..
Sevmek imtihan,sevilmek imtihan.
Yokluk imtihan.. Peki ya varlık?
Hastalığın ayak seslerini bile tanırız. Sağlığı farketmek kimlerin harcı?
Darlıkta, musibette ''meded Allah'ım!..'' demek çok fıtrî..Rahat iken ne demeli?
Başarısızlıklarımız için ''kısmet değilmiş'' demeyi biliyoruz belki..Başarılar kimin, bizim mi? İlmimiz ve sa'yimizle mi elde ettik?
Çocuğun yokluğu da imtihan, varlığı da..Hayırsız olması da imtihan, hayırlı olması da? Hayırlı çıktı ise mârifet bizde mi?

Hayatındaki her artı değer, yeni bir imtihan sorusu demek..

İnsan bir fabrika gibi;
Zorlukta, sıkıntıda, musibete dûçar, mahrumiyet içinde iken sabır dokumalı.
Nimetler içinde şükür üretmeli.

Bu imtihan, cevher misal istidatları ortaya çıkarmak için. En yüksek başarı notu; Allah'ın rızasını kazanmak, sonra da sonsuz zamanlarda nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihler ile beraber olabilme ayrıcalığı..
''Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u Kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîmlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Hâlıkı ve Mâbudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar....Mektubat;223''

Kaçırılası değil yâni..ikmali yok,telafisi yok,imtihan salonundan çıktıktan sonra..
Cenab-ı Hak,bu imtihanı,muvaffakıyetle veren kullarından eylesin..


ve 12 ayın 11 ayı çiçek açan,gayretli çiçek..hepsi,her haliyle Rahman'ı değişik isimleriyle,zikir ve tesbih ediyorlar.

Etiketler: , , ,

Cumartesi, Mart 10, 2007

İYİLİK NEDİR?


Kapadokya'da bahar

''İşte bu, iman eden ve güzel işler yapan kullarına Allah'ın müjdelediği şeydir.... Kim bir iyilik yaparsa, Biz onun güzelliğini daha da arttırırız. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır; iyilikleri ise fazlasıyla ödüllendirir.' ' Şuara:23
''O, iman edip güzel işler yapanların dualarına cevap verir; lütfuyla onlara istediklerinden fazlasını da verir.'' Şuara:24
Madem bu ayetlerin bildirmesi ile; iyilikler kat kat fazlası ile ödüllendiriliyor, üstelik daha fazla iyilik yapma imkan ve yeteneğinin Allah tarafından artırılmasını, böylece ucu bucağı görünmeyen, katlanarak giden iyilikler ve sevapları silsilesini netice veriyor.
Öyleyse bir daha durup hatırlamalı, iyilik neydi?Herhalde en iyi bir şey insanın ebedi hayatına olumlu katkı yapmaktır. Hidayetine vesile olmak,hatta vesile olana vesile olmak, hakkı hak, batılı batıl olarak görmesine yardımcı olmak, Allah'ın âyetlerinin anlaşılmasına ve yaşanmasına hizmet etmek, Sünnet-i seniyyeye dikkatleri çekmek, iman hakikatlerinin yayılmasına çalışmak...gibi.Daha sonra başta müslümanlar, Allah'ın yarattığı her mahluka Allah için hayatını kolaylaştıracak ve güzelleştirecek katkı sağlamak. Bu maddeyi alabildiğine çeşitlendirebilirsini z. Öyle ki zaten yapmak için para aldığınız bir işi düzgün yapmak bile artık iyiliğe geçiyor.
İki nokta:
1.İyiliklerin böyle neticelenmesi iman şartına bağlanmış.
2.Kimbilir, belki iyiliğin kendisi de imanı bulmaya vesile olabilir.
Va'd öylesine büyük ki insan, gece gündüz kime ne iyilik yapabileceğini düşünse çok değil..

Kapadokya'da gurub yaklaşırken

Etiketler: , , ,

BAHAR BİZE NE DİYECEK?






Baharın erken habercilerinden,Bahar Dalı çiçekleri



Bahar başlar başlamaz, coşkun bir iyimserlik ve mutluluk duygusu ile, baharın bitişinin hüznünü birlikte yaşamaya başlarım. Her defasında ellerimden hızla kayıp gider, mevsimlerin en hızlısı. Belki gafletten; ömrümün gelmiş gidiyor olmasını bile aynı derinlikte hissedemem. Gözlerim telaş içinde yapışır her bir kayısı, şeftali çiçeğine.
Bu sene henüz açmadı..geçen seneden şeftali çiçeği

Sadece haşir teselli eder beni her bahar. Her bahar haşre imanımı tecdid ederim böylece.Baharın, baharda dünyanın bunca güzel oluşu, sonsuz baharlara açık bir özendirme değil de nedir?

''Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar mâkul ve lâzım ve kat’î ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat’iyettedir.'' sözler:46

Bu bahar, bahardan '' ne diyorsun?'' sormak niyetim;
"Yâ Hannân, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Latîf, yâ Atûf, yâ Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin" diyeceğini duyar gibiyim.



Etiketler: ,

Pazartesi, Mart 05, 2007

UZUN LAFA GEREK YOK!

Erken gelen baharın,kayısı tomurcukları..

Biraz daha açılmış..

Biraz daha..
Ve çiçeklikten çıkmak üzere..

Bir şu kuru gövdeye,bir yanda,ondan çıkan reçine,diğer yanda,o gövdeden çıkan çiçeğebakınız..










Ve tozlaşmadan sorumlu,Bal mühendisi arkadaşın faaliyetine bakınız..

Sübhane men tahayyare fi sun'ihil ukuul(Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır.) Demekten daha manalı ne yazılabilir ki..






















Etiketler: , ,