Pazar, Nisan 29, 2007

DELİL TOPLAMAK


Mehtap,bulutlar ve kapadokya..








Geçen sene bu zamanlardı. Nefis bir Kapadokya gezisi yapmıştık. Bu yazı da o zaman yazılmıştı.
Kuşlar gibiydik ve kuşlara karışmıştık...

Bu bahar Rabbimiz,diğer mevsimlerdekinden biraz daha fazla;Gezin..! Dedi,Lebbeyk dedik..düştük yollara.

Önce bulut dünyasına çıktık.Onsekizbin alemin kaçıncısı idi bilinmez ama başka bir alemdi,yerde yaşayan bizler için bir nevî gayb idi.
Onca insanı ve yükünü yüklenen Hû letâfetindeki hava, itaati ile kudrete delil idi.
Bu dünyada her şey, bulutlardan yapılmıştı;dağlar,denizler,platolar,tarlalar..hep buluttan .Güneşin parlatması ile beyaz,hafif gri,yer yer mor.Öyle yoğun ki üzerinde gezilebilir sanki.Ve bütün bulut dünyası altımızda .Onbin metrenin üstüne tek bir bulut çıkmamış.Sema parlak mavi yani..Bulut dünyasının da ufku var.Ve güneş bu kez bulutlarda gurub etti,tahmin edin kaç renge boyayarak bulutları..,Sâni-i Ezelinin ,elinde çok boyalar olan delili olarak..
Havaalanında kimbilir nerelerden gelmiş bir genç,gözyaşlarına bulanmış,mutlu bir grup tarafından coşku ile karşılandı.
Japon bir hanımla birbirimize gülümsedik.Bu buluşma ânının keyfine ikimiz de şâhitlik etmiş,buluşmanın keyfinden biz de hissemizi almıştık zirâ.Bu gülümseme de Vahdete delil idi.Çünki temel yüz ifadeleri gibi,temel duygular da her yerde aynı idi.
Günler öncesinden o akşam mehtapla buluşmayı ummuş,hesap etmiştim.Geç kalmayarak, âlemdeki dakik nizama delil oldu.Ondördüncü gecesinde güzeller güzeli ay,yanından hiç ayrılmayan yıldız arkadaşı ile Kayseriden Nevşehire bize eşlik etti.Bulutların arasından süzüle süzüle geliyordu.Otobüsün tam da benim oturduğum taraf penceresinden gözükmesi üzerimdeki İkrâm-ı İlâhiye delildi bence.Nevşehirde bir türlü içeri giremedik onu bırakıp.Zekeriya Beyin hayretle ifade ettiği gibi topraktan bir küre nasıl bu kadar parlayabiliyordu?!Bu hâli ile Nûra’n- Nûr ,Hâlika’n-nûr olan Allah’a delil idi.
Güneşin tulûundan önce icrâ-ı sanat etmeye başlayan kuş ilâhi korosunun kadrosu çok zengin,ilâhiler mükemmeldi.Kuşların konserinden de ,güneşin mayıs yeşili çimenlerin üzerine ağaçların gölgelerini türlü tablolar halinde uzatmasından da güzel olan,bütün bunların şükrünü kime yapacağını bilmek idi .Anladım ki dünyada Allah’a kul olmaktan daha büyük bir lezzet yok.Ve anladım bunu ifade edebilmek için elinde Cevşen gibi bir lisân olması ne demek..anladım;
20.mektûbun mukaddemesi ne diyor.. ''Mukaddime
Katiyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur. Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur. ''
Elime Cevşeni alarak kuşlara meydan okudum,hadi bakalım siz mi ben mi?..Hâşâ dediler,biz Cevşene ancak fon müziği yapabiliriz..
Rabbim lâtife yapar mı?Öteden beri,ayçiçeklerinin,penguenin şimdi de peri bacalarının yaratılışında tâbirde hata olmasın,bir nükte-i mukaddese olduğunu düşünürüm.Eğer Rabbim lâtife ediyorsa bu üçü delil olabilir.Kayalık kapadokyada virdim; Menevi-i Nuriyeden katrenin birinci bâbı idi.Ama daha çok okumam lâzım.Her bacaya bir kelime-i tevhid kondurdum.
Allah’ın yarattığı eserlerde renk uyumsuzluğu görünmüyor.Ama gökyüzünün mavisi ile bulutun beyazındaki uyum bir başka.Hiçbir zaman kanıksanmayan,her seferinde hayranlıkla baktıran mükemmel bir tenasüp.Dünyayı ne kadar seversem ahireti o kadar çok istiyorum.Bu duyguyu kendimde,haşre delil gördüm.
Ürgüp’ü delik deşik etmişler,sağlam yerini koymamışlar,hiç tekin değil! Burada büyüyen çocuklar ne biçim saklambaç oynamışlardır.Hiç bulunamıyanlar bile olabilir.(!)
Yer altı şehirlerini gezerken,bizi yeraltında yaşamak durumundaki mahlukattan biri olarak yaratmayan Rabbime şükrettim.
Peri bacası ve Baca perisi!

Güzel bir tepe gördüğümüzde,Zekeriya Beyin tercihi,oranın fotoğrafını çekmek,benim tercihim oraya çıkmak.(Resimde de görüldüğü gibi)Bir tek şeyin fotoğrafını çektim;her şeyi çeken Zekeriya Bey’in..
Bu neye delâlet ediyor?
Şimdi ben ,bana bunları yaşatan Zekeriya Bey’e saadet-i ebediye duasına durmaz mıyım?(eşi ve çocukları ile birlikte tabii….her taraftan kazanıyorum..)

Etiketler: , ,

Salı, Nisan 24, 2007

İZ SÜRMEK

Boğazda Sabah Güneşi..


Sırf seyirlik..Sade çiçekleri için yaratılmış,ta ki tefekkür edelim!
Lale nehri ve içlerinden bir lale..
Bu günlere adını veren Erguvanlardan bir kesit..
Sadeliğin güzelliği..Çimler ve gölgeler
ve asil süzülüş..
Mâdem Rabbimiz;
Bir lalenin yapraklarının kıvrımında
Üzerine düşmüş su damlalarında
Sünbülün kokusunda
Yeşil çimenler üzerine vurmuş gölgeden tablolarda
Erguvan yahut süs kirazlarının çiçeğinde,
Güneşle ahbaplık eden denizin parıltılarında
Martının süzülüşünde
Deniz yüzeyine neredeyse değecekmiş gibi uçan kuş sürüsünde
Kestane kebabın lezzetinde
Renklerde, desenlerde
Sayısız nimetlerinde kendini bize tanıttırmak ve sevdirmek istiyor;

Biz de
Yine aynı yoldan
Aynı izleri sürüp
Bütün saydıklarımız ve daha fazla olan sayamadıklarımız üzerinden
Biz de Onu tanıdığımızı, muhabbetimizi, şükrümüzü, itaatimizi, kulluğumuzu göstermeli,
İhtiyacımızı ve iştiyakımızı görüp, göstererek, asıllarına da talip olduğumuzu ve liyakatimizi ispatlamaya çalışmalıyız.

''Rabbimiz, sen bütün bunları boşuna yaratmadın'' demeliyiz.

''Onlar ayaktayken de, otururken de, yatarken de Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler: “Bunları boşuna yaratmadın, ey Rabbimiz! Seni bütün noksanlardan uzak tutarız. Sen de bizi ateş azabından koru.'' Al-i İmran: 191
''Bu kitab-ı kebîr-i kâinatın Nakkaş-ı Ezelîsi, bu kâinatla ve bu kâinatın herbir sayfasıyla ve herbir satırıyla, hattâ harfleri ve noktalarıyla kendini tanıttırmak ve kemâlâtını bildirmek ve cemâlini göstermek ve kendisini sevdirmek için, en cüz’îden en küllîye kadar herbir mevcudun müteaddit lisanlarıyla cemâl-i kemâlini ve kemâl-i cemâlini tanıttırıyor ve sevdiriyor. İşte, ey gafil insan! Bu Hâkim-i Hakem-i Hakîm-i Zülcelâli ve’l-Cemal, sana karşı kendisini herbir mahlûkuyla böyle hadsiz ve parlak tarzlarda tanıttırmak ve sevdirmek istediği halde, sen Onun tanıttırmasına karşı imanla tanımazsan ve Onun sevdirmesine mukabil ubudiyetinle kendini Ona sevdirmezsen, ne derece hadsiz muzaaf bir cehalet, bir hasâret olduğunu bil, ayıl. ''
30. Lem'a üçüncü nüktenin ikinci noktası


''Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız!
Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster; ve bizi makarr-ı saltanatına celb et.
Bizi bu çöllerde mahvettirme; bizi huzûruna al, bize merhamet et.
Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir.
Bizi zevâl ve teb’îd ile tâzib etme.
Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raiyyetini başıboş bırakıp idâm etme"

10.Söz, beşinci sûret

Halk şiirinde güzellik yarışı yaptırılan,sümbül ve nergis..Aynı Müzeyyin ve Musavvir'den haber veriyor bakıp ta görenlere..

Etiketler: , , , ,

Pazartesi, Nisan 23, 2007

EYÜP SULTAN'DA BİR SABAH NAMAZI

Bir iftar öncesi,E.Sultan girişi
Ya Resulallah,
Ashabım yıldızlar gibidir buyuruyorsun. Bir yıldızın, sabah yıldızının yanındaydık bu sabah. Sabah yıldızı, zira senin ümmetin sabah namazını Ebu Eyyub el-Ensari'nin yanıbaşında kılmayı çok seviyor. Türkiye'nin her yerinden o iki rekat namazı kılmak, onun manevi feyzinden faydalanmak için koşup geliyorlar. İftarlarını burada yapmaya bayılıyorlar. Teravihler, mescid-i Nebeviden bir esinti taşıyor sanki.
O,ki sana Medine'de evsahipliği yapmıştı, evini açmıştı. Şimdi de ümmet-i Muhammed yine senin muhabbetinden, onu hem misafir, hem evsahibi bilip, makamında namaz kılmayı ganimet biliyorlar. Belki de onun arkasında haşrolmayı umuyor buralılar..
Bizanslılar bile müşkillerinin hall olması için gelip burada dua ederlermiş. Öylesine zahir olmuş himmeti..Bunu anlatan imamımız, namazda Kur'anı öyle berrak okuyordu ki,belli k mealini anlayarak,hisleniyordu.
Dualarımız tabii ki önce hep sana ve ashabına..
Hocanın güzel duasına amin derken düşünüyorum; acaba burada senin sancağınla şehit düşmüş sahabeni ziyaret etmez misin? Peki o, maneviyatı ile şu cemaatin arasında olmaz mı? Ya hemen şurada medfûn Tahiri, Zübeyir, Birinci Ağabeyler namazlarda saf tutmazlar mı? E.Sultan Yamaçalrından,Haliçe(Erguvanlı) bir bakış
Şu musalla taşında, şu ulu çınarın altında yapılan dualarda, şu yamaçta,bu fakirlerin de bir kısmeti olur mu acaba?Gerçi senin şefaatinle,O, yar olursa;herkes yar olur,her yer yarar..Onun için;binler salat-ü selam sana,Ya resulallah..

Etiketler: , , ,

Cuma, Nisan 20, 2007

CEZA MI,İKRAM-I İLAHİ Mİ?

Mesleğimiz gereği, pekçok acılı insanla birlikte bulunuyoruz. Bunlar engelli çocukların ebeveynleri.
Türlü umutlarla çocuk beklerken, beklemedikleri bir sürprizle karşılaşan bu insanların farklı tepkileri oluyor. Kimisinin başlarına geleni, inanç ve tevekkülün neticesi olarak teslimiyetle karşıladığını, bazılarının da '' ''kimseye birşey yapmadım, kimsenin kötülüğünü istemedim, neden ben? '' sorgulaması içinde olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşım, engelli çocuğu bir ceza gibi görmenin sonucu olmalı. Oysa gözlemlerimiz, bu çocukların ve bir ceza değil anne babalarına bir ikram olduğu yönünde.
Bu çocukların varlığı, anne babalarının içindeki iyilik istidatının gelişmesine yol açabiliyor.
Kalpler yumuşuyor, duyarlılıklar artıyor.
Boş işlerle geçebilecek nice hayatlar belki de bütünüyle ibadete kalbolabiliyor.
Pekçok aile çocuklarının varlığının ve bu özel durumlarının hayatlarına anlam kattığını ifade ediyor.
Belki isyanı ve günahları ile her iki dünyada başa belâ olabilecek bir çocuğa bedel, masum ve ona şefaatçi olabilecek bir evlat, perde-i gayb açılsa elbette tercih edilirdi. Ağır engelli çocuğu için '' o benim cennetim..'' diyen bir babayı hatırlıyorum. Mescid-i Nebevi'nin iftar sofrasından
Görev tanımımız içinde olmamasına rağmen, şahsî yakınlık neticesi gelip dertlenen ailelere, Allah'ın belâ ve hastalıkları ekseriyetle en sevdiği kullarına verdiğini anlatmaya çalışıyoruz. Peki ama neden? İnsanların aklına ''bu nasıl sevgi? '' sorusu geliyor. İşte bu nokta, hayatın anlamının ne olması gerektiği sorusuna götürüyor bizi. İyi olan ne?
Musibet ve hastalıklar insanın dünya ile bağlarını zayıflatıp, imânı nispetinde yüzünü ahirete çevirir ki asıl memleket, asıl yaşanacak yer, asıl istenecek olan ahiret yurdudur. Yüzümüzü güzele çeviren vesileler de güzeldir.
Musibet ve hastalıklar insana acz ve zaafını güçlü bir şekilde hissettirip, Allah'a iltica etmeyi netice verir ki işte bu, hayrın ta kendisidir. "Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?"
Demek Rabbim seviyor ki yüzünü dünyadan çevirtiyor.
Seviyor ki rahmetine celbediyor.
Unutmadığını, gözden çıkarmadığını, ikram etmek istediğini ihsas ediyor.
''Ey mâsum hasta çocuklara ve mâsum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar! Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayretle o ticareti kazanınız.'' Lem'alar, s. 220 (hastalar risalesi, 24. deva)
'' Kur’ân’ın bütün sûrelerinin başlarında kendini "Rahmânü’r- Rahîm" sıfatıyla bize takdim eden ve bir lem’a-i şefkatiyle umum yavrulara karşı umum valideleri, o harika şefkatiyle terbiye ettiren ve her baharda bir cilve-i rahmetiyle zemin yüzünü nimetlerle dolduran ve ebedî bir hayattaki Cennet, bütün mehâsiniyle bir cilve-i rahmeti olan senin Hâlık-ı Rahîmine imanla intisabın ve Onu tanıyıp hastalığın lisan-ı acziyle niyazın, elbette senin bu gurbetteki kimsesizlik hastalığın (ve evladının hastalığı) herşeye bedel Onun nazar-ı rahmetini sana celb eder.'' Hastalar Risalesi, 23.deva

Etiketler: , ,

Salı, Nisan 17, 2007

GÜNEŞ'E

Eğirdir Gölünde de Tulu'ediyor,
Nemrutta,Van Göünde de..

Biliyorum senin gibi milyarlarcası var gökyüzünde. Ama sen bir tanesin. Bizim güneşimizsin. Bizim hanemiz, beşiğimiz, seyyaremiz olan küre-i arzımız gibi 1.300. 000 tanesini içine alabilecek büyüklükte olmana rağmen senin ve bizim Rabbimiz seni, bize ve minik gezegenemize musahhar bir mumdar- şehnaz etmiş.
Çiçekler renklerini senden alır, yiyeceklerimiz lezzetini.
Zemindeki zîhayatlara levâzımât-ı hayatiyeyi emr-i Rabbânî ile pişirirsin.
Herşeyi kabiliyetince parlatırsın.
Deniz -şebnem bir sana, aydınlıksın sen, aydınlatırsın.
Uçsuz bucaksız mülk-ü İlahide aslında sen de bir şebnemsin.
Îtikadımız var ki yıldız kardeşlerinle bir olup, Gökler ve Yer Rabbini tesbih etmektesin.
Azametlisin ama yerini bilirsin: Meselâ sana denilse, "Sen bir sultansın. Kendi kendine mâliksin, istediğin gibi tasarruf edersin." Hak nâmına ve hakikat lisâniyle ve hikmet-i İlâhiye diliyle dersin: "Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Ben musahhar bir memurum. Seyyidimin misafirhânesinde bir mumdârım. Bir sineğe, belki bir sineğin kanadına dahi hakiki mâlik olamam. Çünkü sineğin vücudunda öyle mânevî cevherler ve göz, kulak gibi antika san’atlar var ki, benim dükkânımda yok, daire-i iktidarımın haricindedir" der, müddeîyi tekdir edersin.

Kırmızısı da ondan alır tadını, rengini,
Bahar ve yaz tezgâhında dokunan mensucât-ı Rabbâniyenin bir mekiği,
Gece gündüz sayfalarında yazılan mektubât-ı Samedâniyenin mürekkebi, nur bir hokkasısın sen.
Beyazı,sarısı da..
Âlemlerin Rabbinin senin için takdir ettiği yere doğru akıp gitmektesin.
Silkinir gezersin, tâ seyyarelerin düşmesin.
Anlayamadığımız büyük tasarrufat-ı ilahiyi senin misâlin ile anlarız;
Mesela nübüvvetin velâyete nisbeti, seni doğrudan görmekle, aynalar vasıtası ile görmek gibidir. Böyle bakarsak, Efendimiz (a.s.m.) feyzini ezel ebed Güneşinden alan Kamer gibidir.
Şöyle bakarsak ki Efendimiz risalet güneşidir, ashabı birer yıldız.
Evet,hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) tâbir edilen küllî şahsiyet-i mâneviyesi ve makam-ı kudsîsi, iki cihanın en parlak bir güneşidir.
Mesela, o Zât-ı Zülcelâl, ehadiyet-i zâtiyesiyle beraber nihayetsiz işleri bir anda yapmasını aklına sığıştıramayanlara seni misâl veririz;
Ki sen zemin yüzündeki bütün parlak şeylere, hattâ herbir katre suya ve cam zerreciklerine birer aksini, bir misâlî güneşi, onların kabiliyetine göre verirsin. Farazâ ilmîn, şuurun bulunsa idi, her ayna senin bir nevi menzilin ve tahtın ve iskemlen hükmünde olup, herşeyle bizzat temas ederdin, her zîşuurla aynalar vâsıtasıyla, hattâ göz bebeğiyle, birer telefon hükmünde muhâbere edebilirdin; bir şey, bir şeye mâni olmazdı, bir muhâbere, bir muhâbereye sed çekmezdi; her yerde bulunmakla beraber, hiçbir yerde bulunmazdın.
Yine Cenâb-ı Hak her şeye, her şeyden daha yakın; fakat, her şey Ondan nihayetsiz uzak olmasını senin misâlin ile fehme karîb ederiz; Nasıl ki senin şuurun ve konuşman olsa idi elimizdeki ayna vâsıtası ile bizimle konuşabilir, istediğin gibi bizde tasarruf edebilirdin. Belki ayna-misâl bizim göz bebeğimizden bize daha yakın olduğun halde, biz dört bin sene kadar senden uzağız, hiçbir cihette sana yanaşamayız.
Apaçık görülen şeylere ''güneş gibi parlak'' deriz biz.
Her sabah dünyamıza rengârenk doğar, bizi sevinçlere garkedersin. Vazife-i yevmiyeni tamamladığında gûnâ-gûn çekilişin bir başka sürûrdur gönüllere, şenliktir gözlere.
Bir gün gelir yerin başına izn-i İlâhî ile sardığın ziyâyı emr-i Rabbânî ile geriye alırsın, Rabbin "Haydi, yerde işin kalmadı, Cehenneme git, sana ibâdet edip senin gibi bir memur-u musahharı sadâkatsizlikle tahkir edenleri yak" dediği gün ateşinden mahfûz olmayı, bugün atmosferimizi ve dünyamızı senin zararlı ışınlarından korumakta olan, senin ve bizim Halıkımızdan dileriz. Uludağda'da gurub ediyor,
Biz vazifemizi senin kadar mükemmel yapamasak da senin vazifeni görüyoruz, ve bîhakkın yaptığına şâhitlik ediyoruz. Seni, bize hizmet etmekle vazifelendiren Yerler ve Gökler Rabbine nihayetsiz şükrediyoruz.
Okyanusda da..

Etiketler: ,

Cuma, Nisan 13, 2007

KİME LAZIM?

Kadife yapraklı, muzip gülüşlü, rengârenk hercâi menekşe veya,yol kenarlarının neş'esi kırmızı gelincikleri seyretmek, çiçeklerin efendisi gülü koklamak kime lâzım bize mi çiçeğe mi?.. Cemâl zatında sevilir.
Ak Deniz..Ant.dan Kemere Doğru
Üzerinde ışıktan çizgiler ve yanıp sönen yakamozları veya huzur veren bir sükun ile uzanıp giden mavi denizlere, yada haşmetle uzanan sıradağlara,engin ufuklara,gözlerinle, duygularınla, tüm varlığınla dalmak, yüzmek,gezmek..
kime lâzım,bize mi,dağa- denize mi?
Kendini güneşe tutmak, ısınmak, aydınlanmak güneşe mi lâzım bize mi?... Kemâl zatında sevilir.
Şimdi;
Zâten ismet sıfatı ile muttasıf,
Bütün diğer âlemler gibi cennet de kendisi için yaratılmış,
Âlemler Rabbi yanında en sevimli ve sevgili,
Duâsı makbul,
Kendisi rahmete âyine,
Ahlakı Kur'ân ile tanımlanmış, hayatı Kur'ân'ın tefsiri,
Tek başına ubudiyeti, ulûhiyet dairesine mukabil gelen,
İnsanların en seçkinlerinin seçkini,
Yüzü suyu hürmetine; duâların kabul gördüğü, çözümsüz işlerin çözüldüğü, Yağmurun yağdırıldığı,imanla dünyadan ayrılmak arzusuna erildiği
Çok şefkatli, ümmetine çok düşkün,
Sevgili Peygamberimiz Efendimiz Muhammed'e (a.s.m.) salavât getirmeye kimin ihtiyacı var?
''Seni bütün mevcudiyetimle tasdik ediyorum Yâ Resullulah
Risalet vazifeni bîhakkın edâ ettiğine şehâdet ediyorum Yâ Resulullah
Rabbinden getirdiğin herşey haktır, baş göz üstüne kabul ediyorum Yâ Resulullah
Ümmetinden olmaktır emelim, kabul buyur Yâ Resulullah
Sen herşeyin , duaların da en güzeline lâyıksın Yâ Resulullah
Şerefimizsin, ümidimizsin, sevincimizsin, gözaydınlığımızsın Yâ Resulullah
Ben de buradayım, sünnetine ittiba gayretindeyim, beni de gör yâ Resulullah''

Demek olan salavâtı çok getirmeli ki o çok ihtiyacımız olan ve olacak şefaatine liyâkatimizi gösterelim.
Peki;
Bütün kâinat muhabbetiyle halkolmuş,
Biz günahkâr kullarını affetmek için türlü vesileler yaratan,
Cennette bir dakika rü’yet-i cemâl-i İlâhî, bütün Cennet lezâizine fâik olan,
Bütün kâinat Onun muhabbetiyle mest ve sergerdan olan,
Dünyada nihayetsiz ikrâmından, ihsânından başka;
''Cennet gibi, senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni, senin cismânî hevesâtına ihzâr eden,Ve sâir esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sâir letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsanâtını o Cennette sana müheyyâ eden,Ve her bir isminde mânevî çok hazîne-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezelî ki bir zerre muhabbeti kâinata bedel'' olabilen,
Kâinat ise Onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamayan Rabbi Rahimimizi tanımak ve kendimizi tanıtmak, sevmek ve kendimizi Ona sevdirmek kime lazım?
Ne duâmız, ne ibadetimiz hiçbirşeye ihtiyacı olmayan, Zât-ı Ehâd-i Samed'e mi(hâşâ), yoksa biz âciz-i mutlak, fakir-i mutlak kullara mı?

Etiketler: , ,

ŞEFAAT YA RESULALLAH.II

EY ŞEFKATLİ ŞEFİ'
MÜCRİMİM, GÜNAHKARIM, İSYANIM ÇOK..
ŞEFAATİN TALEP İÇİN, CÜR'ETE DAHİ HAKKIM YOK.
BİLİRİM, ÇARE-İ NECAT, İTTİBA-I SÜNNETİNDİR AMMA,
YARDIM ET, AHİR ZAMANDIR, NEFSİME HÜKME TAKATİM YOK
Z.GÜR

Etiketler: , ,

ŞEFAAT YA RESULALLAH.I

YA RESULALLAH

BİR ACİZ-İ GÜNAHKAR İSEM DE,MÜŞTAKIM DİDARINA,

TÖVBE-İ NASUH ÜZERE GELMEKTİR MURADIM,YANINA.

OL MEHDİ HAFİDİNİZCE; ZAMAN,CEMAAT ZAMANIDIR

DEHALET VE ŞEFAAT DİLERİM,O'NA VE TULLABINA

Z.GÜR

Etiketler: , ,

Salı, Nisan 10, 2007

ŞEFAATE İNANMAYAN VİCDANINA SORSUN

Haliniz vaktiniz yerinde diyelim. Yanınızda yörenizdeki insanların, hele de birinci ikinci derece yakınlarınızın ihtiyaçlarına bîgane kalabilir misiniz? Hamiyetiniz nisbetinde ihtiyaçlarını karşılamak, yardımlarına koşmak isteyeceksiniz. Çünkü Allah, insana böyle bir vicdan vermiş.

Siz dînî hassasiyetleri gözeterek yaşıyor olsanız da yakınlarınız, meselâ evlatlarınız günahlar içinde yüzüyorlarsa ''bana ne'' diyemez, onları kurtarmak için çırpınırsınız. Çünkü âkıbeti bilir, râzı olamazsınız. Çünkü Allah nehy-i münkeri emretmiştir. Çünkü Allah insanların kalbine rikkat-i cinsiye vermiştir.

Bu, bu dünyada böyle. Bir de hayâlen ahiret yurduna, hesap gününe gidelim; Rabbim size mağfiret etmiş, günahlarınızı bağışlamış, ikram etmiş cennetine sevketmiş. Arkanıza bakmadan gider misiniz, yoksa sağınıza solunuza bakıp, ''sevdiklerim ne halde'' diye merak edip onların da hüsn-ü hallerini görmek mi istersiniz?
Eğer yüz bulacak olsanız, bütün mevcudiyetinizle yalvarmaz mısınız? '' Rabbim, sen affetmeyi seversin, onları da affet!..'' demez misiniz?

Siz istersiniz de evliyaullah istemez mi?
Allah'ın Resulü istemez mi?
Ve Allah, o çok sevdiği,
En sevdiği kulunun,
Hiç bir duasını geri çevirmediği kulunun,
Alemlere rahmet diye gönderdiği kulunun,
Onun bir işareti ile ayı ikiye böldüğü kulunun,
Onun hatırı için güneşi beklettiği kulunun
Ümmetine çok şefkatli o kulunun
Ümmeti için günler, geceler boyu gözyaşı döken o kulunun isteğini geri çevirir mi?
Çevirecek olsa, zaten ona, onca merhameti vermekle tâzip etmiş olmaz mıydı?
Elbette Allah, biz günahkar ümmetini çok seven ve çok sevdiğimiz Efendimiz (s.a.v.) e şefaat yetkisi verecektir, hem de Makâm-ı Mahmud'u. Sırf onu mutlu ve hoşnut etmek için olsa bile verecektir.
O da Allah'a şirk koşmadan iman edenlere, ashabına dil uzatıp incitmeyenlere şefaat edecektir.
Yani,aklı başında olan insan,bahusus müslüman,şefaata nasıl layık olurum,nasıl o şefaata mazhar olurum diye kafa yorup gayret etmeli.

Allah’ım! O seçkin Habîbinin şefaatiyle bizleri iyilerle birlikte Cennete girdir.

''O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.'' Tâhâ: 109

''Onların Alla^h'tan başka yakardıkları şeyler ise şefaat yetkisine sahip değillerdir, ancak bilerek hakka şahitlik edenler müstesna.'' Zuhruf: 86

''Bana şefaat (etme yetkisi) verildi.''
Buhari, Teyemmüm 3, Salat 56, 1 Husmus 8; Müslim, Mesacid 3, (521) Nesai, Gusl 26 (1,210-211)

''Ümmetimden (alim, şehid, salih) bazıları var; bir cemaate şefaat eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder, bazıları bir bölüğe şefaat eder, bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.'' Tirmizi, Kıyamet 11,(2442)
''Es-sebebu ke’l-fâil düsturuyla, bütün ümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir misli onun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatın hakikatlerini, getirdiği nurla nurlandırması, değil yalnız cin ve insi ve meleği ve zîhayatları, belki kâinatı ve semavatı ve arzı minnettar eylemesi ve istidat lisanıyla nebatatın duaları ve ihtiyac-ı fıtrî diliyle hayvanâtın duaları, gözümüz önünde bilfiil kabul olmasının şehadetiyle, milyonlar, belki milyarlar fıtrî ve reddedilmez duaları makbul olan sulehâ-yı ümmeti hergün o zâta (a.s.m.) salât ve selâm ile rahmet duaları ve mânevî kazançlarını en evvel o zâta (a.s.m.) bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur’ân’ın üç yüzbin hurufunun herbirisinde on sevaptan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden, yalnız kıraat-i Kur’ân cihetiyle defter-i a’mâline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle, o zâtın (a.s.m.) şahsiyet-i mâneviyesi olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) istikbâlde bir şecere-i tûbâ-i Cennet hükmünde olacağını Allâmü’l-Guyûb bilmiş ve görmüş ve o makama göre Kur’ân’ında o azîm ehemmiyeti vermiş ve fermanında ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyyesine ittibâ ile şefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mesele-i insaniye göstermiş '' Sözler:424

Etiketler: , ,

Cumartesi, Nisan 07, 2007

CENNET NASIL BİR YERDİR?

''Dünya Cenneti''İstanbul'dan
Okuduklarımda, bugünlerde,vefatlarının sene-i devriyelerini,rahmet ve minnetle yad ettiğimiz,Bediüzzaman'ın talebelerinden Zübeyir Ağabey ile Tahiri Ağabey arasında insanın içini ısıtan, göz kamaştıran bir muhabbet görüyorum. Tahiri Ağabey'in kendisinden çok genç olmasına rağmen Zübeyir Ağabey'e bir hürmeti, onu bir takdim edişi var ki..Şehir dışına çıkarken bile ondan izin ister, hizmete dair her tedbiri ondan sorarmış.
Onlar neye hizmet ettiklerini biliyorlardı. Hizmetin kutsiyetini de..Ama bir çok insan onların kim olduğunu bilmiyordu. Üstadlarının da..
İşte cennet, hayatta iken sıradan insanlar gibi gözüken bu ağabeylerimizin hakiki makamlarının hakkalyakîn görüneceği yerdir.
Ve onların aziz Üstadları ile buluştukları, her türlü meşakkati geride bıraktıkları, ebedi sohbet meclislerinin kurulduğu yerdir.
''Ey insan!
Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun?
Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.
Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve câzibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz.
Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.''
Mektubat, 20. mektup, s.223

Ve o sohbet dairesinin ortasında, alemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, câmid maddelerin bile kendisini selamladığı, gel deyince geldiği, uğruna gözyaşı döktüğü, elinde cana geldiği, canların cânı Hz. Muhammed Mustafa'nın yer almasıdır. Orada bütün hakâretimizle birlikte o sohbete dahil olma umududur.
Ve bütün bu muhabbetlerin tarafından geldiği ve O'nun adıyla yaşandığı, kainattaki bütün muhabbetlerin medârı ve aslında mazharı gökler ve yerler Rabbinin, rüyet-i cemalini va'dettiği yerdir. Bunun ne demek olduğunu hayal etmek tâkâtimizin fevkinde..Ama Efendimizin bildirmesi ile biliyoruz ki cenneti bile unuturacak bir lütuf ve ikram-ı İlahi.
İşte cennet böyle bir yer..Cennet deyince aklıma sohbet yine sohbet geliyor. Ve o dâr-ı sohbeti çok merak ediyor, çok istiyorum.
Ve üstadımızın nice tenezzüh ve tefekkürüne sahne olduğunu tahmin ettiğimiz bir ''Barla Manazarası''

Etiketler: ,

Perşembe, Nisan 05, 2007

M.EMİN 1. Ağabey..DUALARLA DEFNEDİLDİ..

Mehmet Emin Birinci dualarla
Birinci Ağabey'in cenazesi için Fatih Camiinde idik. Büyük bir kalabalık, muhabbetle kucaklaşıyor, ayaküstü sohbetler yapıyorlardı. Bu sırada Birinci Ağabey manevi alemlerde kimlerle kucaklaşıyordu acaba?
Cemaat içeriye sığmayınca vakit namazı avluda da kılındı.
Sungur Ağabey ile Fırıncı Ağabey de birer konuşma yaptılar. Onlar bize Üstadımızdan yadigâr..Kimbilir böyle zamanlarda neler hissediyorlardır? Rabbim ikisine de sağlıklı, hayırlı, bereketli uzun ömür ve afiyet versin inşaallah.

Defnin yapılacağı Eyüp Sultan'a doğru giderken, yolda arabanın radyosunda Birinci Ağabey'in sesinden 20. Mektubun 7. kelimesini dinliyorduk:

''Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.''
Kabristan'a yaklaştığımızda 9. kelime ile şöyle diyordu:

''Mezaristana göçtüğünüz vakit, "Eyvah, malımız harap olup sa’yimiz hebâ oldu. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip dar bir toprağa girdik" demeyiniz, feryad edip meyus olmayınız. Çünkü sizin her şeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfâtını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl sizi celb edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz. ''

Amenna ve saddakna..
Böylece Birinci Ağabey'i Resulullah'ın sahabesinin mekanında Zübeyir Ağabey, Tahiri Ağabey, 20 yıl teşrik-i mesaide bulunduğu Av.Bekir Berk Ağabeylerin yanına bırakıp döndük. Yine kavuştular anlayacağınız. Şöyle demişler midir acaba:
''nerede kalmıştık? ''
Dönüşte Esat Coşan Hocaefendiyi de dualarımızla selâmladık.
Eyüp Sultan kabristanında pek gözüm var. Kimbilir?..Belki de..
Akşam namazını Eyüp Sultan'da kılıp,yine lâlelerin, yeni yeni lâlelerin diğer çiçeklerle bir olup şenlendirdiği İstanbul'u arkamızda bırakıp, Haliç'in sularına vuran gecenin ışıklarını da temaşa ettikten sonra evimize döndük.

Etiketler: ,

Çarşamba, Nisan 04, 2007

M.EMİN 1. Ağabey..

Son defa ömrünün son günlerini geçirdiği hastahanede gördük kendisini. Mâlâyâni konuşması yoktu. Ya, Risale-i Nur'dan,hizmetlerden bahseder, ya da susuyordu. Konuşmaya da tâkâti yoktu esâsen. Ama o halde de namazını titizlikle ve ilk vaktinde edâ ettiği anlatılıyordu. Üstadı gibi, Tahiri Ağabey gibi..Öyle ki ilaç ve serum zamanlarını, namaz vakitlerine göre ayarlamak zorunda kalıyorlarmış. (Ve gidişi de,hayatı gibi olmuş..abdest alır gibi yapıp,öğle namazı esnasında namaz huşu ve huzuru ile ruhunu,Rahman'a teslim eylemiş)

Evet asrın sahibi, büyük müceddid Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Mehmed Birinci Ağabey dünyayı ve dünyalıları geride bırakıp bekâ yurduna göçtü.

Biz geride kalanlar için hüzün veren bir ayrılık. Ama kendisi için seviniyorum. Dünya sıkıntılarını ,vazifelerini geride bıraktı. Rahmet-i Rahmana kavuştu. Onu karşılamışlardır herhalde. Belki Efendimiz (a.s.m.) Üstadı, Zübeyir Ağabey, Tahiri Ağabey ve diğerleri..Orada şenlik var..Kavuşma var.

Ona ve emsâline ebediyen minettarız, duâcıyız. Üstadımıza, iman hizmetinde yardımcı oldular, kardeş oldular. Risale-i Nur hazinesinin neşrinde çalışıp eller, gönüller üzerinde bize ulaştırdılar. Bu hizmetin her türlü çilesine çektiler. Bize okuyup istifade etmekten başka iş bırakmadılar. Av. Bekir Berk Ağabey'in ''sizi mi davanızı mı savunayım? '' sorusuna ''elbette davamızı!..'' cevabını, hapishane parmaklıkları arasından gülerek verdiler.

Dünya yüzünde Risale-i Nur talebeleri yaşadığı sürece, onların amel defterlerine nurlar yağacak inşaallah. Rabbim sonsuz merhamet, rahmet ve mağfireti ile muamele etsin, nebiler, sıddıklar , şehitler ve sâlihler ile birlikte haşretsin inşaallah.

Bizi de o mübârekler kafilesine ilhâk et Yâ Rab!..

Mehmet Emin Birinci KİMDİR?
Mehmed Emin Birinci Ağabey, 1933'te Rize-Pazar Hisarlı köyünde dünyaya geldi. Üstad Bediüzzaman'ı ilk defa 1953’te İstanbul’da ziyaret etti. Öğretmenliği bırakarak Nur hizmetine girdi. Bundan sonra Bediüzzaman’ı pek çok defa ziyaret etti. Risale-i Nur'un neşir hizmetinde bulundu. Nur Risalelerini matbaada ilk bastıranlardandır. Ömrünün sonuna kadar gerek yurt içinde gerek yurt dışında Nur Risalelerinin yayılması ve okunması için gayret gösterdi. Namazı vaktinde kılmasıyla tanınan Birinci Ağabey, ziyaretine gelenleri de bu konuda teşvik ederdi. 3 Nisan 2007 Salı günü tedavi gördüğü Üsküdar Hospital Türk’te Hakk’ın rahmetine kavuştu.



Etiketler: ,