Umre izlenimleri
Alemlerin Rabbine hamd-ü senâlar olsun ki Ramazan’ın son on gününde Mekke’de, Mescid-i Haramda bulunabilen bahtiyarlardan biri de bendim. Efendimizin “Ramazan umresi yapan, benimle hacc yapmış gibidir”(1) müjdesinin mahiyetini anlamaya, yaşamaya çalıştım.
Nedir bu toplanmadan maksad-ı İlahi, diye düşündüm: Galiba, “Ben cinleri ve insanları Bana kulluk etsinler diye yarattım”(2) buyuran Rabbimiz, kimbilir ne muazzam bir mahiyeti olan Kâbe etrafında toplanmamızı istiyor. Kime kul olduğumuzu idrak etmemizi istiyor. Nasıl bir Uluhiyet karşısında olduğumuzu anlamamızı istiyor. O nihayetsiz Saltanatı karşısında omuz omuza, sıkı ve düzgün saflar halinde durmamızı istiyor. Ahdimizi yenilememizi, ubudiyetimizi takınmamızı, Saltanat-ı Uluhiyetini, Vücub-u Vücudunu şeksiz şüphesiz tanımamızı ve öylece ilan etmemizi istiyor. Ancak ve ancak O’na ibadet etmek için yaratıldığımızı iliklerimize kadar hissetmemizi istiyor.
Sonra birbirimizi tanımamızı, sadece ve sadece Müslüman olduğumuz için birbirimizi sevmemizi istiyor. Müslümanın, Müslümana kardeş olduğunu ikrar etmemizi, halimizle de tasdik etmemizi istiyor. O bize merhamet ettiği gibi bizim de birbirimize şefkatle muamele etmemizi istiyor. O bize lütfettiği gibi bizim de birbirimize ikram etmemizi istiyor. Birbirimizin halinden anlamamızı, icabı halinde sabretmemizi, yardımlaşmamızı istiyor. Sonra dünyaya dağılıp, ubudiyetimizi hayatın her alanında, çeşitli şekillerde göstermemizi istiyor. Yaşadığımız herşeyin, aslında kulluğun ve imtihanın konuları olduğunu hatırlamamızı istiyor.
İnayet-i İlahi: Kullarını Kabe-i Muazzama etrafında toplanmaya çağıran Rabbimiz, pek zayıf olan bizlere çeşitli şekillerde yardım ediyor. Mesela 45 derece öğlen sıcağında tavaf edebileceğinizi hayal bile edemezken, bunu mümkün kılıyor. Üstelik de neredeyse hiç zorlanmadan. Üstelik de akşama kadar bir yudum su içemiyecekken. Her şavtta illa ki hafif, tatlı bir rüzgarla nefeslendiriyor. Babalarının omuzunda tavaf eden çocuklar bile dayanıyor. Onca tavaf, say, namaz ve okumaya rağmen ciddi bir susuzluk çekmiyorsunuz. Ben ki sıcağa da susuzluğa da pek tahammülsüzüm. Bu bir inayet-i İlahi değilse nedir?
Tavaf: Tavaf, Kâbenin etrafında en kısa zamanda en hızlı şekilde dönme yarışı değil. Kainattaki umumi cezbeye uyum halinde, kendini o akışa bırakmak, o denizde bir damla olmak… Aceleye gerek yok. Dünyanın kalbinin attığı yerdesiniz. En içteki halkadasınız. Cenab-ı Hakkın rahmet sağanağı altındasınız. Dualarınızın kabul gördüğü, kimbilir kaç peygamberin medfun olduğu makamdasınız. Bütün mevcudiyetinizle, bütün duygularınızla pervane olun bu mekanda…
Say: Say alanının kenarında, pencere önündeki mermerlere oturup seyredersiniz. Binlerce insan bir nevi resm-i geçittedirler. Ne güzeldirler!.. Dudaklarda kıpır kıpır dualar, ellerde kitaplar, omuzlarında çocuklarla babalar, kucaklarında bebeklerle anneler, anne babalarının yanısıra koşuşan her boydan çocuklar, hervele yapmaya çalışan dedeler, siyah çarşafı ve peçesi içinde zarif yürüyüşlü kızlar, iki yana yalpalayarak yürüyen teyzeler, nerede ise sürünerek gitmeye çalışan yorgun insanlar, zinde adımlarla say eden gençler.. Onlara bakarken sizin de içiniz kıpır kıpır olur… Sanki yaptıkları şey, size bir iyilikmiş gibi duygulanırsınız.. Say alanının üzerinden geçen köprüden durup seyretmek ayrı güzeldir. Hz. Hacer annemize iktidaen yapılan bu gidip gelişler, gece, gündüz (namaz saatleri hariç) hiç kesilmeden devam eder. Yukardan baktığınızda gördüğünüz siyah ve beyazdır. Beyaz ihramlar, siyah başlar..
Selâm, illâ da selâm: Umreye gidince, gittiğim grupla birlikte hareket edip, belli bir alana bağlı kalmaktan ziyade, her seferinde “ya kısmet” deyip farklı yerlerde, farklı insanlar arasında namaz kılarak, her namazı ayrı bir macera olarak yaşamayı seviyorum. Ve illa ki selam.. Galiba bu toplu ibadetlerin en büyük hikmetlerinden biri, selamlaşma ve tanışma.. Efendimizin; “Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.”(3) demesinin hakikatini yaşadım. Burada selamlaşmanın tâbir-i câiz ise sihirli bir etkisi var. Anında bir muhabbet cereyanı sağlıyor. Müslüman kardeşin hakkında, sırf müslüman olduğu için sımsıcak duygulara yol açıyor. Böyle selamlaşmalar esnasında hediye alışverişleri de pek bol. Malezyalı bir kardeşim bana hasırdan örülü yelpazesini hediye etti.. Iraklı Esra ise bir sandviç ekmeği verdi ki o ekmek iki gün sonra çok acıktığı bir anda oğlumun imdadına yetişmişti. Ben de kendi yelpazemi bana namazda yer açan bir Arap kardeşime vermiştim. Oğlum ile beyim ise ilk fırsatta seccadelerini değişmişler yanlarında namaz kıldıkları müslümanlarla. Uzun konuşamıyoruz cehaletimizden dolayı. Ama bir selam yetiyor; “sen benim kardeşimsin” mesajını vermek için. Burada tebessümler çok sıcak.. Oraya, o topluluğa ait olduğunuzu hissettiriyor.
Bir defasında Kabe’nin karşısında oturmuş, namazı beklerken Tahmidiye okuyordum. Yanımda oturan genç kız, okuduğum şey ile ilgilendi. Galiba Umman’lı idi. Cevşen’i baştan itibaren tanıtmaya çalıştım. O, okudukça “sübhanallah” diyordu hayretler içinde. Sonunda Tahmidiye’yi birlikte okuduk. Namazı yanyana kıldık. Tesbihat yaparken bana parmaklarımla saymanın daha efdal olduğunu, böyle yaparsam kıyamet günü parmaklarımla ilgili iyi şeyler olacağını anlatmaya çalıştı. Onu mu kıracağım? Tesbihi bırakıp, parmaklarımla saydım. Namazdan sonra kucaklaşıp ayrıldık.
Müslüman dayanışması: Kabenin etrafında çok tatlı ötüşlü minik kuşlar uçuşuyor. Galiba kırlangıç bunlar. Bir sabah namaz vakti kuşlara bakarak düşündüm: “Bu kadar kuş var ama kuş pisliği görünmüyor.” Cevabı hemen o gün öğlen namazı vaktinde geldi. Ezan ile kamet arasında beklerken bir güvercin başörtümü pisletti. Ne yapacağımı şaşırdım. Başörtümü yıkamaya gitsem, namaza yetişemeyeceğim. Başımda necasetle de namaz kılamam. İmdadıma, yanımda oturan Endonezyalı hanım yetişti. Çantasından, onların geleneksel, beyaz, işlemeli, pelerin gibi örtülerinden bir tane çıkarıp başıma geçirdi. Sonra baktı ki o pek kıyafetime uymadı. Bu sefer, siyah bir başörtü çıkarıp verdi. Minnetimden ne yapacağımı bilemedim. Zira bana sadece bir başörtüsü değil, Mescid-i Haramda, Kabeye karşı bir namaz kılma şansı bağışlamıştı. Para teklif ettim, kabul etmedi. “Helal helal” dedi. Ben de ona bol bol dua ettim. Çıkarıp tesbihimi verdim. Bu kez o da çıkarıp, kendi tesbihini verdi. Ben yine borçlu kaldım.
Yine kâmete yakın bir zamanda bana yanında yer açan Rizeli Cevriye hanıma minnettarım. Burada en kıymetli şey, namazda, safta bir yer bulmak. Hele Kâbe’ye karşı olursa… Sonra tam iftar vaktinde yanımda yiyecek bir şeyim olmadığı anda, bana bir hurma veren o küçük kıza minnettarım. Zemzem musluklarına yanaşamadığım hengâmda beni farkedip bir bardak su uzatan o adama minnettarım.
Müslümanların kesreti: Umre ziyaretleri gittikçe daha kalabalık oluyor evet ama müşteki olmamaya nefsimizi ikna etmeli. Zaten bu mekanın, bu safların, bu zamanın kalabalık olması güzel olan. Allah’ın kullarının saf saf kemerbeste-i ubudiyet halinde olmaları güzel. Saltanat-ı Uluhiyetine, Vücub-u Vücuduna o ilanat, o şehadet, o teslimiyet güzel. Ramazanın 27. gecesinde öyle muhteşem bir kalabalık vardı ki, saflar neredeyse 15 dakika yürüyerek gidebildiğim otelime ulaşmıştı. Ana yollar trafiğe kapanmış, mescide dahil olmuştu. O anda ihatalı bir nazarla umum manzarayı birden görebilmeyi ne kadar isterdim. O muntazam ve muazzam saflar benim gözüme böyle güzel göründü ise Rabbimin nazarına ne kadar hoş gelmiştir!..
Bir de milyonlarca insan ayakta, el-pençe Kur’anı dinlerken ve Kelam-ı Ezeli bütün alanı, kulakları, gönülleri kaplamışken, gerçekten de Üstadın dediği gibi “Mütekellim-i Ezeliden dinler gibi” dinleniyor. Anlıyorum ki Rabbim o büyük resmi murad etmiş. Herbirimize birer zerre misal o resimde yer vermiş. O kadar ki şuurlu bir zerre. Ve nefis sahibi olduğu için bir ücret mukabilinde davet ediliyor ve yerini alıyor.. Ne mutlu ücretini Rıza-i İlahi bilenlere!.. Herhalde Beytü’l Ma’murda da benzer bir manzara vardır diye düşünüyor insan. Ama orada tavaf eden melekler acıkmıyor, yorulmuyor, uyuklamıyor, ücret beklemiyordur..
Efendimizi (s.a.v.) ziyaret: Daha önce de mümkün olmuştu. O zamanlar ferdî davranmış, ziyarete kendi imkanlarımla girmiştim. Bu kez tâbi olmayı seçtim. Orada görevli Türk asıllı bir genç hanım var. Türkiye’den gidenleri o bir araya toplayıp adım adım, sıraları gelince birlikte ziyarete sokuyor. Tabii yeşil halının üzerinde namaz kılmaya talep ziyade. İnsanlar sabırsız. O, bir yandan heyecanlı ziyaretçileri teskin edip, beklemeye ikna ederken bir yandan da muhtelif bilgiler veriyor, sohbet yapıyor. Orada, Mescid-i Nebevide oturup onu dinlemek istedim. Dinlerken kendimi ehl-i Suffadan gibi hissettim. Sonunda sıra Türkiye grubuna geldi. Çok kalabalıktık. Yeşil türbelerin arka yüzünü görebiliyorduk. Öylesine içiçe duruyorduk ki kıpırdamaya imkan yok. Acele etmemeye kararlıydım. Zira huzur-u Nebevideydim. Böyle saatlerce durabilirdim, durdum. Biliyordum; selamımı bizzat alıyordu. Daha ne isterim? Ben de her an ona ve iki mübarek arkadaşına selam vermek istiyordum.. Herhalde kıyamette de aynı böyle, şefaatini umarak bekleyecektik. Sonunda cennet bahçesinde iki rekat namaz bana da nasip oldu. Kendi kendime karar verdiğim gibi arkamdakileri fazla bekletmeden hemen çıktım. Yatsı namazından sonra girdiğim ziyaretten 12:00’de çıkmıştım.
Ya Rabbi! Efendimize vesileyi ver, bize de onun şefaatini nasip et.
Vedalaşma: Dönüş Medine’den. Mescid-i Nebevinin kapısında kadın görevliler arama yapar. Kameralı cep telefonu getirmek yasaktır. Bu arama sizi bekletir, yorar, canınızı sıkar. Yani bu işi yaptığı için o kadın görevliye teşekkür etmek aklınıza gelmez. Ama şahid olduğum bir manzara öyle demiyor. Dönüşlerin başladığı günlerden birinde bir Türk hacı hanım, kapıdaki görevli kadına sarılmış hem öpüyor hem söyleniyordu: “Canııım hakkını helal et, uğraştırdık, yorduk seni.” Görevli de duygulanmış, “Allah kabul inşaallah” diyerek ona candan mukabele ediyordu.
Bir umre böyle geçti. “Allah kabul inşaallah…” ŞEYMA GÜR
"UHUD BİZİ SEVER,BİZ DE UHUD'U"
DİPNOTLAR:
1-Ebu Davud, Menasık:80; Müslim, Hacc:221
2-Zariyat:56
3-Müslim, iman 93.
Yine kâmete yakın bir zamanda bana yanında yer açan Rizeli Cevriye hanıma minnettarım. Burada en kıymetli şey, namazda, safta bir yer bulmak. Hele Kâbe’ye karşı olursa… Sonra tam iftar vaktinde yanımda yiyecek bir şeyim olmadığı anda, bana bir hurma veren o küçük kıza minnettarım. Zemzem musluklarına yanaşamadığım hengâmda beni farkedip bir bardak su uzatan o adama minnettarım.
Müslümanların kesreti: Umre ziyaretleri gittikçe daha kalabalık oluyor evet ama müşteki olmamaya nefsimizi ikna etmeli. Zaten bu mekanın, bu safların, bu zamanın kalabalık olması güzel olan. Allah’ın kullarının saf saf kemerbeste-i ubudiyet halinde olmaları güzel. Saltanat-ı Uluhiyetine, Vücub-u Vücuduna o ilanat, o şehadet, o teslimiyet güzel. Ramazanın 27. gecesinde öyle muhteşem bir kalabalık vardı ki, saflar neredeyse 15 dakika yürüyerek gidebildiğim otelime ulaşmıştı. Ana yollar trafiğe kapanmış, mescide dahil olmuştu. O anda ihatalı bir nazarla umum manzarayı birden görebilmeyi ne kadar isterdim. O muntazam ve muazzam saflar benim gözüme böyle güzel göründü ise Rabbimin nazarına ne kadar hoş gelmiştir!..
Bir de milyonlarca insan ayakta, el-pençe Kur’anı dinlerken ve Kelam-ı Ezeli bütün alanı, kulakları, gönülleri kaplamışken, gerçekten de Üstadın dediği gibi “Mütekellim-i Ezeliden dinler gibi” dinleniyor. Anlıyorum ki Rabbim o büyük resmi murad etmiş. Herbirimize birer zerre misal o resimde yer vermiş. O kadar ki şuurlu bir zerre. Ve nefis sahibi olduğu için bir ücret mukabilinde davet ediliyor ve yerini alıyor.. Ne mutlu ücretini Rıza-i İlahi bilenlere!.. Herhalde Beytü’l Ma’murda da benzer bir manzara vardır diye düşünüyor insan. Ama orada tavaf eden melekler acıkmıyor, yorulmuyor, uyuklamıyor, ücret beklemiyordur..
Efendimizi (s.a.v.) ziyaret: Daha önce de mümkün olmuştu. O zamanlar ferdî davranmış, ziyarete kendi imkanlarımla girmiştim. Bu kez tâbi olmayı seçtim. Orada görevli Türk asıllı bir genç hanım var. Türkiye’den gidenleri o bir araya toplayıp adım adım, sıraları gelince birlikte ziyarete sokuyor. Tabii yeşil halının üzerinde namaz kılmaya talep ziyade. İnsanlar sabırsız. O, bir yandan heyecanlı ziyaretçileri teskin edip, beklemeye ikna ederken bir yandan da muhtelif bilgiler veriyor, sohbet yapıyor. Orada, Mescid-i Nebevide oturup onu dinlemek istedim. Dinlerken kendimi ehl-i Suffadan gibi hissettim. Sonunda sıra Türkiye grubuna geldi. Çok kalabalıktık. Yeşil türbelerin arka yüzünü görebiliyorduk. Öylesine içiçe duruyorduk ki kıpırdamaya imkan yok. Acele etmemeye kararlıydım. Zira huzur-u Nebevideydim. Böyle saatlerce durabilirdim, durdum. Biliyordum; selamımı bizzat alıyordu. Daha ne isterim? Ben de her an ona ve iki mübarek arkadaşına selam vermek istiyordum.. Herhalde kıyamette de aynı böyle, şefaatini umarak bekleyecektik. Sonunda cennet bahçesinde iki rekat namaz bana da nasip oldu. Kendi kendime karar verdiğim gibi arkamdakileri fazla bekletmeden hemen çıktım. Yatsı namazından sonra girdiğim ziyaretten 12:00’de çıkmıştım.
Ya Rabbi! Efendimize vesileyi ver, bize de onun şefaatini nasip et.
Vedalaşma: Dönüş Medine’den. Mescid-i Nebevinin kapısında kadın görevliler arama yapar. Kameralı cep telefonu getirmek yasaktır. Bu arama sizi bekletir, yorar, canınızı sıkar. Yani bu işi yaptığı için o kadın görevliye teşekkür etmek aklınıza gelmez. Ama şahid olduğum bir manzara öyle demiyor. Dönüşlerin başladığı günlerden birinde bir Türk hacı hanım, kapıdaki görevli kadına sarılmış hem öpüyor hem söyleniyordu: “Canııım hakkını helal et, uğraştırdık, yorduk seni.” Görevli de duygulanmış, “Allah kabul inşaallah” diyerek ona candan mukabele ediyordu.
Bir umre böyle geçti. “Allah kabul inşaallah…” ŞEYMA GÜR
"UHUD BİZİ SEVER,BİZ DE UHUD'U"
DİPNOTLAR:
1-Ebu Davud, Menasık:80; Müslim, Hacc:221
2-Zariyat:56
3-Müslim, iman 93.
Etiketler: ibadet, imtihan, inanç, itikad, namaz, Tefekkür.., Toplum, Ubudiyet